Atatürk ve Ortadoğunun Geçmişi ve Gelecek Projeksiyonu

Atatürk ve Ortadoğunun Geçmişi ve Gelecek Projeksiyonu

 Son günlerde en çok üzerinde durulan konulardan birisi Kuzey Irak bölgesel yönetimi yarın referandum yapacak. Bölgemizin tansiyonu daha da artıyor, çatışmalar için yeni başlıklar açılıyor.

Bölgemizde savaşlar bitmek bilmiyor.

Orta Doğu'daki Savaşlar dur durak bilmiyor

  • Dini sebepler, İsrail arz-u mev’ud hayalini gerçekleştirmek istiyor.
  • Melhame-i Kübra (Kıyamet savaşı) nın bu bölgede gerçekleşecek olması
  • Yahudiler ve Evanjeliklerin kıyamet savaşının kopacağına inandıkları yerdir
  • Hıristiyan inanışında bu savaşa Armagedon adı verilmektedir.
  • Mehdi'nin ilk zuhurunun olacağı, Amik Ovasında başlayacak, çok büyük ve çok kanlı geçecek olan ve "Büyük Kıyım" anlamına gelen savaştır. Ahir zaman savaşlarının ilki ve en büyüğüdür.
  • Bölgemizde su, petrol, altın ve değerli madenler bol olarak bulunmaktadır.u
  • Stratejik olarak dünyanın önemli ticaret yolları, enerji koridoru bu bökgededir.
  • Emperalist devletlerin gözü bu bölgededir.
  • Bölge üzerinde egemen devletlerin güç yarışı vardır.
  • Son dönemde küresel ısınma sonucunda dünyanın yaşanabilir ender bölgelerinden birisi burasıdır. ABD başta olmak üzere İngiltere ve batı coğrafyası buzul çağına doğru ilerlemektedir.

Orta Doğu'da batılı devletler sürekli siyasete müdahil olduklarından  siyasi istikrarsızlık süreklilik göstermektedir.

Mevcut dış politik uygulamalar ile ülkemiz bölgede yalnızlaşmıştır. Uygulanan sürekli değişen dış politikalar maalesef acı sonuçlar vermiştir. Milli çıkarlarımız doğrultusunda dost ve düşman kavramına uygun hareket edilmemiştir.

Milli mücadele yıllarında Atatürk’ün uyguladığı politikalara ihtiyacımız vardır.

  1. Dünya Savaşı sonrası Osmanlı'nın içinde bulunduğu devletler mağlup olmuştur. Ateşkes anlaşması olarak Mondros mütarekesi imzalanır.

Anlaşma metninde bulunan esnek ifadelerden hareketle ittifak devletleri Anadolu'yu da işgal ederler.

Mustafa Kemal paşa milli mücadele ile vatanın esaretten kurtarılacağına inanıyordu.

Sykes Picot anlaşması (9 Mayıs 1916)

I.Dünya Savaşı devam ederken  İngiliz ve Fransızlar bir taraftan Osmanlı bünyesindeki halklara devlet kurmaları için teşvik ederken diğer yandan bu toprakları kendi nüfus alanlarına almak için aralarında gizli anlaşma yaparlar. Başta rusya da anlaşmaya katılanlar arasındadır ancak rusya da gerçekleşen Bolşevik ihtilalinden sonra rusya anlaşmadan çekilir ve gizli metni kamoyuna sızdırır.

Türkiye'nin ulusal kurtuluş mücadelesinin ilk adımları 19 Mayıs 1919  Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları tarafından Samsun'a çıkılarak atıldı. 23 Temmuz-7 Ağustos 1919 tarihleri arasında Erzurum'da toplanan kongrede alınan kararlar Kurtuluş Mücadelesinde izlenen çizgide önemli ölçüde belirleyici olmuştur. Sivas Kongresi, I. Dünya Savaşı sonrası ülkeyi işgalden kurtarmak ve Türk milletinin bağımsızlığını sağlamak için ulus temsilcilerinin Sivas'ta bir araya gelmesiyle, 4 Eylül 1919 - 11 Eylül 1919 tarihleri arasında toplanır. Sivas kongresi'nde, Erzurum Kongresi'nde alınan vatanın bütünlüğü ve bağımsızlığıyla ilgili kararlar aynen kabul edilmiştir. 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi Ankara'da toplanır. 25 Nisan'da TBMM Reisi Mustafa Kemal Paşa başkanlığında bir hükümet oluşturulur.

1920 yazına gelindiğinde I. Dünya Savaşı'nın galipleri mağluplar ile hesaplaşmalarını bitirmiş, savaşı kaybeden ülkelere barış antlaşmalarının kabul ettirilmesi süreci tamamlanmıştı. Osmanlı İmparatorluğu ile 10 Ağustos 1920'de Sevr'de gerçekleşti. Ülke işgal altındadır.

Sevr Anlaşması (10 Ağustos 1920)

I.dünya savaşı bitiminde mağlup taraflarla anlaşmalar yapılır. Osmanlı ile de sevr anlaşması yapılır. Maddeler çok ağırdır, osmanlıya sadece ankara ve civarında bir bölge bırakılmıştır.

Sevr anlaşması aynı zamanda ulusal direniş için de bir tahrik noktası olmuştur.

Misak-ı Milli (28 Ocak 1920)

Misak-ı Millî ya da Millî Misak (Millî Yemin ya da Ulusal Ant), Türk Kurtuluş Savaşı'nın siyasî manifestosudur.

İstanbul'da toplanan son Osmanlı Mebusan Meclisi tarafından 28 Ocak 1920'de  Yapılan toplantıda Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti üyesi milletvekillerinin yoğun çabasıyla gizli bir oturumda daha önce Mustafa Kemal Atatürk tarafından hazırlanan Misak-ı millî (Millî Ant)'nin kabul edilmesi vardır.

Türkiye Cumhuriyeti'nin sınırları, büyük ölçüde, Misak-ı Millî ilkeleri doğrultusunda oluşmuştur. Bu maddeler arasında “Mütareke (ateşkes) sınırı” ve “Müslüman halkın bölünmezliği” esas kabul edilmiştir.

Atatürk’ün gayesi Misak-ı Millî’yi gerçekleştirmektir.

Atatürk dönemi Türk dış politikasında ülkenin tam bağımsızlığının sağlanması ve sürdürülmesi ana esastır. Atatürk dünya barışının tesisinin ancak sömürgecilik ve emperyalizmin yok olması ile mümkün olacağını ifade etmektedir.

Türkiye bu dönemde her şeyden önce tam bağımsız ve egemen bir devlet olarak kendisine eşit muamele beklemiştir. Tarihî sürecin hesabını ve kinini gütmemiş, barış ve denge politikalarına dayalı bir siyaset izleyerek hem bölge devletlerle hem de uluslararası güçlerle ilişkilerini belli bir seviyede tutmuştur.

Askeri Mücadele

Sevr anlaşmasını (10 Ağustos 1920) hayata geçiremeyen batılı devletler Yunanistan’ı öne geçirerek Anadolu’yu işgal girişiminde bulunmuşlardır. Askeri olarak yenilgi üzerine yenilgi alan yunan ordusunun Mustafa Kemal paşanın başkomutanlığındaki büyük taarruz ile sökülüp atılmıştır.

30 ağustos zaferi bağımsızlığımızın askeri olarak ele geçirilmesi anlamına gelmektedir. Büyük taarruz sonucu başkomutan Mustafa Kemal Atatürk Yunanlıları ağır bir yenilgiye uğratmış, İzmir'e kadar takip etmiş, komutanları esir almış, askerlerini denize dökmüştür. Bu bir dönüm noktası olmuştur. Bizler hazine üzerinde yaşayan dilencileriz. 30 ağustos ruhuna, Mustafa Kemal’e ihtiyacımız vardır.

Anadolu'daki hareket ile doğu cephesinde Ermenilere batı cephesinde Yunanlılara karşı zaferler kazanılmıştır. Bunların ardından diplomasi yolu açılmıştır.

Misak-ı Millî dış politikanın temel dayanağı olmuştur.

Dış politikanın temelindeki ana karakter “Bağımsızlık”tır.

Tam bağımsızlık denildiği zaman elbette siyasi, mali, iktisadi, adli, askeri, kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve serbestlik demektir.

İşgal altında olan bir imparatorluktan Misak-ı milli sınırları içerisinde laik demokratik hukuk devletini kuran Mustafa Kemal Atatürk'ün dış politik anlayışı bağımsızlık karakterine üzerine bina edilmiştir.

Rusya ile anlaşma cihetine gidildi

Mustafa Kemal paşanın 23 Temmuzda Erzurum kongresinde yaptığı konuşmada Sovyetleri övmesinin üzerine Sovyetler milli mücadeleyi destekleme kararı aldıklarını bir demeçle açıklarlar. Burada hedef ortak düşman olan emperyalistlere karşı mücadele etmekti.

Rusya ile birlikte hareket etme ittifak devletlerini düşünmeye sevk etti. Rusya siyasi yardımın yanında ekonomik yardımlarda da bulunuyordu.

Lozan anlaşması  (24 Temmuz 1923)

Lozan anlaşması ile Sevr'in maddeleri hükümsüz hale gelmiştir. Ancak sürüncemede kalan konular vardı. İngiltere ile Musul konusu ve Yunanistan ile mübadele buna örnek olarak verilebilir.

Mübadele

Lozan anlaşmasına göre Yunanistan’daki Müslümanlar ile ülkemizdeki Rumların mübadelesi gerçekleşti. Atatürk e göre millet kavramını yine burada görüyoruz. Millet, Müslüman halklardan teşekkül eder, diğerleri azınlıktır demektir.

Prof. Dr. Haydar Baş bey “Dini Bütünlüğümüz Milli Bütünlüğümüzün Teminatıdır” demektedir. Her iki yaklaşım da öz olarak aynı anlama gelmektedir.

Balkan Paktı (9 Şubat 1934)

Türkiye’nin girişimleri sonunda 9 Şubat 1934’te Türkiye, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya arasında Balkan Paktı kuruldu ve bu ülkeler arasında güvenlik hükümlerini içeren pakt taraflarca imzalandı. Bu paktın amacı Balkan ülkelerinin sınırlarını tehdit eden güçlere karşı birlik içinde olmaktı.

Venizelos, 12 Ocak 1934’te Nobel Ödülü Komitesi Başkanlığı’na müracaat ederek Atatürk’e barış ödülü verilmesini teklif etti.

Sadabat paktı (8 Temmuz 1937)

Birinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından kazanan taraf, bütün dengeleri düzenlemeye çalışmıştı. Yeni kurulan düzen İngiltere, Fransa ve ABD’nin yeni sömürge ve rekabet yarışı üzerine kurulmuştu. Orta Doğu’nun güvenliğini sağlamak için Sadabat Paktı Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında, 8 Temmuz 1937 tarihinde Tahran'da imzalandı. Böylece sınır sorunlarının kalıcı şekilde çözülmesi temin edildi.  Pakta üye devletlerin İran'la sınır sorunu bulunuyordu.

Ayrıca bu sınır sorunları nedeniyle özellikle Türkiye-Irak-İran, üçgeninde Kürt aşiretleri batılı devletlerin de tahrikleriyle isyan ediyorlardı. Paktın imzalanmasının en önemli nedeni bu güvenlik sorununu üye ülkeler adına çözmek idi.

Atatürk Ortadoğu'da barış ve güven ortamı oluşturulmaya çalışmıştır. Bütün bunlar yapılırken kaotik bir süreç yaşanan dünya siyaseti karşısında hem sınır güvenliğini temin etmek, hem doğu ve güneydoğudaki etnik unsurların kışkırtılmasını engellemek hem de İslam ülkeleri ile bir güç birliği yapılmak istenmiştir.

Sadabat paktı batılı devletlerden bağımsız olarak bölgemizde Müslüman ülkelerle yapılan bir anlaşmadır. Bu ilktir ve bütün engellere rağmen başarılmıştır. Özellikle bölge barışı açısından önemli sonuçları olmuştur. Atatürk'ten sonra Sadabat paktının ihmal edilmesinin faturası ağır olmuştur. Bölge barışı yeniden tehlikeye girmiş, bölgemiz emperyalist güçler tarafından işgale maruz kalmıştır.

Hesapları Yeni Değil

  1. Dünya savaşı, I. Dünya savaşının devamı mahiyetindedir.

Birinci dünya savaşı sonrasında yapılan barış anlaşmaları tarafları hoşnut etmemiştir. Avrupa devletleri arasında yapılan gizli anlaşmalar ve aralarında süregiden anlaşmazlıklar aynı zamanda ikinci dünya savaşının da temellerini oluşturmaktaydı.

Ülke topraklarımız üzerinde yapılan hesaplar çok eskilere dayanmaktadır. Şark projesi, haçlı seferleri, Büyük Ortadoğu Projesi, Arap baharı sadece askeri boyuttaki işgal projeleridir. Bunun yanında kültürel, sosyal, siyasi ve ekonomik işgal projeleri de sürekli yürürlüktedir.

Anadolu'nun işgalden kurtarılması ancak içerde siyasi ve askeri örgütlenme dışarda ise diplomasi ile başarıya ulaşacaktı. İşgal edilmiş vatanın kurtarılması liderin hem askeri hem de siyasi ve diplomatik başarıları ile mümkün olacaktır.

Milli Mücadeleye günümüzde de şiddetle ihtiyaç vardır.

Bunun en önemli göstergelerinden bir tanesi ABD’nin hala Lozan anlaşmasına imza koymamış olmasıdır. Coğrafyamız üzerindeki emperyalist batının işgal hesapları devam etmektedir. Ayrıca bölünmüş Türkiye haritaları başta NATO olmak üzere emperyalist güçler tarafından kamuoyuna servis edilmektedir. Atatürk'ten bu güne kadar uygulanan gayri milli politikalar ile ülkemiz zaman ve güç kaybına uğramıştır.

Emperyalizmde lider devlet olan İngiltere’nin yerini bugün ABD aldı. Kendi aralarında paylaşım konusunda arka planda anlaşmazlıkları olsa da, ilk etapta bölgenin demografik yapısını ve haritasını değiştirerek kaosu arttırmak istiyorlar. Bölgede yeni anlaşmazlıklar, yeni savaşlar oluşturmak istiyorlar. İşin acı tarafı bölge halkları hakkında hiç de iyi rüya görmüyorlar. Kuzey Irak bölgesel yönetiminin referandumunu da bu şekilde okumak gerekir. Ülkemiz de bu sürece kapılmış durumda. ABD ile çıkılan yolculuk maalesef bugün acı meyvelerini veriyor. Güneydoğumuz, güney sınırımız güvenlikten son derece uzak durumda.

Günümüzde uygulanan dış politika maalesef Atatürk’ün ortaya koyduğu dış politikadan çok uzaktır.

  • Sürekli değişen dış politik tercihler
  • Dost ve düşman kavramının içinin boşaltılması
  • Dosta dost düşmana düşman gibi davranmama
  • İçerde milli birliği bozan politika
  • Uygulanan siyasetler ile kavramının ortadan kaldırılması ve halkların ön plana çıkartılması
  • Söylem ile icraatın bir olmaması. Mesela referanduma karşı çıkılıyor, fakat hala Erbil diplomatik olarak muhatap alınıyor, sembolik bayrağı dalgalanıyor, Erbil de konsolos görevine devam ediyor. Ticari ve ekonomik münasebetler devam ediyor.
  • Askeri çatışma alternatifi ön plana çıkartılıyor.
  • Atatürk yok kabul ediliyor. Atatürk yok edilirken esas olarak onun bağımsızlık duruşu ortadan kaldırılıyor. Milletimize farklı bir Atatürk tanıtılıyor.
  • Alevi - Sünni çatışması körükleniyor. Mezhep temelli ayrılıklar üzerinden Müslümanlar içten çökertiliyor.
  • Kürt - Türk iç çatışması teşvik ediliyor. Etnik temelli çatışmalar için çalışmalar yapılıyor.

Bugün yeniden Atatürk’ün uyguladığı diplomatik dehaya ihtiyacımız var. Milli mücadele yıllarındaki dışişlerinin misyon ve vizyonuna ihtiyacımız var.

Yurtta sulh cihanda sulh yaklaşımına ihtiyacımız var. Bazı aklı evveller diyor ki, ‘barışa barış, savaşa savaş’. Bu çok basit bir sokak kavgası mantığıdır. Sonuç savaşlardan ziyade diplomasi ile masa başında alınır. Savaş diplomatik olarak elinizi kuvvetlendirir. Zaten dünyadaki kabul, savaşı engellemek için orduya ihtiyaç vardır. Fakat bu bizim bölgemizde farklı tezgâhlanır. Ordu savaşmak ve savaştırmak için vardır mantığı verilir. Bu gözle bakıldığında bile meselenin arka planı görülecektir.

Ülkemiz ve bölgemizi karıştırmak için etnik ve mezhep temelli ayrılıkları kaşıyorlar. Bu konuda Sn. Prof. Dr. Haydar Baş hocamız uzun yıllardan beri tam da bu konularda birlik için çalışıyor. Şimdi bu çalışmaların ne kadar önemli olduğunu daha iyi anlıyoruz.

Aleviliğin ve Sünniliğin Ehl-i Beyt paydasında buluşarak olması gereken birliğin tesis edileceğini ifade ediyor. Ehl-i Beyt paydasında buluşmanın İslam’ın kendisi olduğunu ortaya koyuyor.  Bu konuda toplumda ayrılıktan birliğe doğru dönüşüm başlamıştır.

Yine Haydar Baş hocamız uzun yıllardan beri Kürt, Türk, Laz, Çerkez, Arap ve diğer halklar Türk Milleti çatışı altında bir ve beraber olduğunu ifade etmektedir. Türklük Hünkar Hacı Bektaş-ı Velinin tezgâhında Ehl-i Beyt nazarıyla halkların bir potada bir ve beraber olması demektir. Batıda bir insan İslam’ı seçtiği zaman Müslüman oldu ile Türk oldu ifadesinin eşanlamlı olduğunu her fırsatta ortaya koymaktadır. Artık toplumda yeniden bir kardeşlik ve farkındalık başlamıştır.

Son tahlilde III. Dünya savaşına doğru süratle gidiliyor, Milletimiz artık çözümün ve çözümün adresi olan liderin yanında olmalıdır.  Bu hengâmeden ve bataklıktan ülkemizi ve milletimizi korumanın yolu birlikten, birliği temin ise Haydar Baş hoca ile olmaktan geçmektedir.