Bağımsızlık ya da Esaret

Bağımsızlık ya da Esaret

Rusya ve Ukrayna arasındaki savaş devam ediyor. Her ne kadar savaş iki ülke arasında geçiyor olsa da bütün dünya bu gelişmelerden etkileniyor. İletişim ve kaynakların ticaret yoluyla paylaşımı dünyayı neredeyse bir köy haline getirdiği için bu sonuç kaçınılmazdır. 

Elbette savaş istenen bir gelişme değildir, sonuna kadar savaş dışı çözüm arayışları devam etmelidir. Bu konuda ölçüyü en iyi ortaya koyan ulu önder Mustafa Kemal Atatürk'tür. "Milleti harbe götürünce vicdanımda azap duyamamalıyım. Öldüreceğiz diyenlere karşı ölmeyeceğiz diye harbe girebiliriz. Ama ulus yaşamı tehlikeye düşmedikçe, harp bir cinayettir" sözü efradını cami ağyarını mani bir tanımlamadır.

Üçüncü tarafların savaşın etkilerinden en az etkilenmeleri için kendi tedbirlerini alması gerekmektedir. Başta güvenlik olmak üzere ekonomik, sosyal, siyasal her sahada tedbir alınmalıdır. Ülke insanının psikolojisi de çok önemlidir. Ortaya çıkan endişe sadece sağlığımızın dengesini bozmaz piyasanın dengelerini de alt üst eder. Savaşın başladığı ilk günden itibaren ülkemiz medyası tamamen savaşa kilitlendi. Savaşla yatıyoruz, savaşla kalkıyoruz; sanki ülkemizin başka sorunu yok gibi davranılıyor. Bu tavır toplumsal yaşamı olumsuz olarak etkiliyor. 

Ülke olarak yapılması gereken, savaşın etkilerinden nasıl kurtulabiliriz, gelişmelerden nasıl ders çıkartabiliriz. Bu konular üzerinde yoğunlaşmalıdır. Yoksa Rusya tarafı veya Ukrayna tarafı gibi davranmak tarafsızlık ilkesine de uymamaktır. 

Savaş en çok ihtiyaçlarını ithal ürünlerle karşılayan ülkeleri vurdu. Bu anlamda ihracatı bile ithalata bağımlı olan ülkemiz en fazla olumsuz etkilenen devletler arasındadır. Akaryakıt fiyatlarının ara vermeksizin sürekli zamlanması ve gıda fiyatlarındaki artış halkımızı doğrudan etkiliyor. 

Öncelikle yapılması gereken kendi kendine yeten bir ülke haline gelmektir. Bir başka ifade ile bağımsızlığı bütün hayatımızın şubelerinde hâkim kılmak ve yaşamaktır. Bu yaklaşımın Prof. Dr. Haydar Baş hocamıza ait olan Milli Ekonomi Modeli (MEM) ile mümkün olacaktır. MEM, devlet ve milletin çözüm ortağı olduğu karşılıklı sinerji üreten bir sistem. Oysa serbest piyasa ekonomisinde devlet ve milletin karşılıklı rekabeti söz konusu. 

Bu yazdıklarımızı bir örnek üzerinden irdeleyelim. Milli Ekonomi Modelinde tarım stratejik bir sektör olarak kabul edilir. Bu sektör hayatidir, varlığı ve devamlılığı esastır. Kar - zarar hesabı yapılmaksızın sektör desteklenmelidir. Tarım denince akla toprak gelir. Tarım politikası, toprak ile iyi geçinmek arkadaş - dost olmaktır. Toprak, Aşık Veysel Şatıroğlu'nun şiirinde bahsettiği gibi sâdık yârdır. "Karnın yardım kazmayınan belinen / Yüzün yırttım tırnağınan elinen / Yine beni karşıladı gülünen" şeklinde anlatılan toprak anadır. 

Ülkemiz tarımda kendi kendine yeten ülke olma halinden fersah fersah uzağa düşmüştür. Bu sonuç toprak anaya gereken kıymetin verilmeyişinden kaynaklanmıştır. Ülkemizde ekilen biçilen toprak süratle vasıf değiştirmektedir. Şehirleşme adı altında, çevre bilincinden yoksun olarak tarım yok kabul edilmekte ranta öncelik verilmektedir. Sonuç olarak tarım alanları süratle azalmaktadır. Az değil son yıllarda kaybedilen tarım alanları, Hollanda'nın yüzölçümünden daha büyük. 

Türkiye'nin tarım ihracatı 29 milyar dolar civarında iken, Hollanda'nın tarım ihracatı 90 milyar euro seviyesindedir. Yaşanan savaş ve bu ülkelerden yapılan tarımsal ürün ithalatında yaşanan zorluklar bir kez daha kendi kendine yeten bir ülke olmamızın elzem olduğunu tekrar göstermiştir.

Bürokrasi, tarım kesimi ve akademinin ortak çalışması ile kısa sürede Türkiye ciddi anlamda mesafe kat edecektir. Yeter ki, duruşumuz bağımsız olsun.