Güvenli Bölgeye sığınmacı Suriyeliler gider mi?

Güvenli Bölgeye sığınmacı Suriyeliler gider mi?

Suriye’nin kuzeyine yönelik Barış Pınarı Harekâtı devam
ediyor. Hükümetin Suriye konusunda bugüne kadar ortaya koyduğu yanlış
politikalar pek çoktur. Ancak TSK’nın bu operasyonunu hükümet değil bir devlet
politikası olarak görmek ve desteklemek gerekir.

Ülkemizdeki sığınmacı sayısı resmi rakamlara göre 4 milyona
kadar tırmandı. Bu hem Suriye devletinin içinin boşalması, hem de ülkemizin
belinin bükülmesi anlamına geliyor. Bu göç durdurulmalı tersine çevrilmelidir. Bu
hem Arap kardeşlerimiz hem de ülkemiz için elzemdir. Bir devlet milleti ile bir
ve beraber olduğu zaman güçlüdür, aksi halde varlığını da sürdüremez.
Suriye’nin kuzeyinde yapılan operasyonla oluşturulacak güvenli bölgeye
Suriyeliler gider mi?

Siyasi olarak yapılan haberlere göre evet giderler, hem de
koşarak giderler. Oysa gerçek hiç de öyle değil. Çok uzağa gitmeyin, sadece
etrafınızda ki sığınmacılarla görüşün göreceksiniz ki, Suriyelilerinin
ülkelerine dönmek gibi bir gündemleri yok. Askeri harekâtın yanında,
sığınmacıları kendi ülkelerine gönderebilmek için yapılması gereken siyasi,
sosyal, diplomatik, kültürel çalışmalar var. Ancak temel kural bu
çalışmalarının Suriye devleti ile birlikte yapılması. Aksi halde tek taraflı
yapılacak çalışmadan sonuç alınması mümkün değildir. Bu çalışmayı Suriye
devleti de Türk hükümeti de yapsa, tek başına yeterli değildir. Aksi halde Suriyeliler
ülkelerini terk etmeye devam edecektir, ülkemiz ise daha hukukları bile
netleştirilmemiş sığınmacı/mülteci yükü altında ezilmeye devam edecektir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından, sığınmacılar için sınır
kapılarını açarız sözü bir tehditten ziyade, gerçek bir uygulama olmalıdır. Bu
aynı zamanda sığınmacı olan Suriyelilerin de hakkıdır. Batılıların istedikleri
çok açık ve net; hem Suriye boşaltılsın, hem Türkiye bu göç dalgası altında
ezilsin içi karışsın geleceği kararsın istiyorlar. Üstelik bunu tribünde
oturarak izlemek istiyorlar.

Askeri harekâtın gayesi, göç dalgası engellensin, Suriye’nin
toprak bütünlüğü bozulmasın, sınırımızda ABD, İsrail güdümünde bir terör
koridoru oluşmasın diye bir mücadele veriliyor. Elbette bu harekâtı bölge
üzerinde hesabı olanlar ve bunların güdümünde olan devletler kabul
etmeyeceklerdir.

Bakınız çözümün yolu açık ve nettir. O da Suriye devleti ile
Rusya, İran veya diğer devletler yolu ile irtibat kurmak değil, doğrudan Esad
ile Suriye devleti ile görüşmektir. Er geç yapılacak olan da budur.

Büyük resme birlikte bakalım. Bölgemizin haritası yeniden
çiziliyor. Aslında bugün yaşadıklarımızın senaryosu çok eskilere dayanıyor.
Bunun temelinde biri diğerinden farklı olmayan çağına göre şekillenen, birbiriyle
göbek bağı olan Armageddon var, Haçlı seferleri var, Arz-ı mev’ud var,  Büyük Ortadoğu projesi var, Arap Baharı var,
var da var. Milli güvenlik siyasetinin bunu görerek yaşananları okuması
gerekir. Günü kurtarma adına değil, tarihi süreç içinde anlam kazanan eylemler
yapmak gerekir. Bakınız ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatı tam da budur.
Hoca Atatürk Haydar  Baş beyin hayatı da
budur. 1991 yılında körfez krizi yaşanmaya başlandığında bizzat kendi
kulaklarımla işittiğim bir hatıram var. Huzurlarında bir grup arkadaş ile birlikteyken,
Sn. Prof. Dr. Haydar Baş hocamız Körfez krizi konusunda “asıl hedef Türkiye”
öngörüsünde bulunmuştu. Evet, o gün bu cümlenin ne anlama geldiği anlaşılmadı;
ancak yaşananlar, batının bölge üzerindeki emellerini gerçekleştirmek için
bölgenin kalbi mesabesindeki, tarihi köklere sahip, bölge halkları üzerinde en
büyük etkiye sahip olan Türkiye’yi bertaraf etmek üzere, batının konumlandığını
gösterdi.

Haydar Baş hocanın basiretine, cesaretine, projelerine olan ihtiyacımızı
görmek için daha ne kadar bekleyeceğiz?