İTÜ’nün deprem raporunu okudunuz mu?

İTÜ’nün deprem raporunu okudunuz mu?

Kahramanmaraş merkezli yaşanan iki büyük deprem canımızı çok ama çok yaktı. Artık şunu yaşayarak öğrendik, bizim ülkemiz deprem kuşağı üzerinde yer alıyor. Bu depremler yeni yeni sürpriz depremlere gebe olduğumuzu da gösteriyor. Deprem öngörülemezliğini korumaya devam ediyor.  

Her zaman altını çiziyoruz. Attığımız her adımın bilimsel gerçeklik ile uyum içinde olması gerekir, aksi halde yapılan yanlışlar bumerang olarak o kişiye yeniden döner. 

İstanbul Teknik Üniversitesini (İTÜ) tebrik ediyorum. Köklü bir üniversite olmanın gereği olarak ilk andan itibaren bütün boyutları ile milletimizin yanında yer aldı. Bunun yanında en büyük alkış Kahramanmaraş merkezli 11 ili vuran depremle ilgili hazırladıkları ön raporadır. Rapor dört başı mamur hazırlanmış. 

Raporda depreme dair jeolojik, jeofizik, jeodezi ve jeomorfolojik ön tespitler, kuvvetli yer hareketlerinin değerlendirilmesi, yapısal hasarların değerlendirilmesi, geleceğe dönük çıkarımların kent planlama ve hızlı konut ihtiyacının karşılanması için kullanılabilecek inşaat tekniklerinin değerlendirilmesi, çevresel altyapı ve deprem atıkları yönetimi açısından değerlendirme gibi önemli başlıklar var. Her bir konu akademik olmanın yanında anlaşılır bir şekilde kaleme alınmış.  Herkesin ama herkesin okumasını öneririm.

Özellikle depremin şoku ile çözüm adına atılan adımlar günü kurtarma adına olabilir; kaynak ve zaman israfına yol açabilir. Bunun önlenmesi için bu ve benzeri raporlar önemlidir. 

Bu raporu okuduğumuzda dikkat çeken bir husus var. Raporda örnek olarak verilen diğer ülkeler yaşadıkları depremlerden ders almışlar bir sonraki depremi daha az zararla atlatmışlar. Maalesef bizim ülkemizde yaşananlardan ders alınmıyor.

İnsanlar bana bir şey olmaz modunda olabilirler. Ancak bu deprem dalgaları ile toplum olarak bir şey daha öğrendik; bir yerde deprem meydana gelirse orada er geç yine deprem meydana gelecektir. Hatta aradan 500 yıl geçse bile. İşte Kahramanmaraş merkezli deprem bunu gösteriyor. Demek ki biz olmasak da bizden sonra gelen nesillerimiz, torunlarımız, onların torunları derken bir nesil bu depremi yine yaşayacaktır. O halde gereken tedbiri mutlaka almak zorundayız. 

Yaşanan depremden psikolojik, sosyolojik, sosyo-ekonomik olarak etkilendik. O halde yaşadıklarımızdan ders çıkartarak, yeni bir sayfa açılması gerekiyor. Yapabileceğimiz bir şey var, o da depremin zararlarından korunmak. 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi genel sekreter yardımcısı Dr. Buğra Gökçe’yi bir TV kanalında izledim.

Herkesin bildiği tehlikeli tabloyu rakamlarla ortaya koydu.

İstanbul'da 1 milyon 166 bina olduğunu, bu binaların %73’nün 2000 yılı öncesi yapı stoğunda olduğunu, yaptıkları denetimlerde İstanbul’da çok ama çok riskli binalar olduğunu ifade ettiler.  Hatta A dan E ye risk seviyelendirmesi yaptıklarını, bu sınıflandırmaya bile giremeyecek kadar risk taşıyan binalar olduğunu söyledi.

Tamam, kamuoyu taslak olarak biliyor. Peki çözüm olarak ne düşünülüyor.

Ev sahibinin parası olmayabilir, evinden çıkmak istemeyebilir, farklı düşünebilir fakat olası bir afet durumunda sadece kendisi değil, konu komşu hatta bütün millet bu durumdan etkileneceğine göre yaklaşım ve çözümün farklı olması gerekir. 

Çözüm odaklı yaklaşılmalı, reel, insanların kabul edebileceği şekilde formüller üretilmelidir. Devlet millet için vardır. O halde devlet devletliğini, millet millet olmanın gereğini yerine getirmelidir. 

Başka da yolu yoktur.