Kanal İstanbul projesini bir kere daha konuşalım

Kanal İstanbul projesini bir kere daha konuşalım

Müsilajın ardından şimdi de Ege kıyılarında sargassum konuşuluyor. Bu yosun çeşidi de faklı bir sonuç. Dikkat çekilmesi gereken müsilaj olsun, sargassum olsun, küresel ısınma olsun, bütün bunlar ekolojik dengenin bozulmasının sonucu ortaya çıkıyor. Aynı zamanda da ekolojik dengenin daha da bozulmasına katkı sağlıyor. Sürecin devamında farklı sorunlar da devreye girecek. Sorun sadece denizin ölmesi ile sınırlı değil. Etrafı bozuk yumurta kokusu saracak deniz çevresini de yaşanılmaz bir hale getirecektir. Sadece koku değil, oluşabilecek kimyasal içeriklerle birlikte suya temasla oluşan gazların solunması da sağlık sorunlarına yol açacaktır. Geçmişte dünyada bunun örnekleri yaşanmıştır. Tedbir alınmadığı takdirde sorun içinden çıkılmaz bir hal alacaktır.

 

Artık fasit bir daire oluşmuş durumda. -Kaybet kaybet- denklemi kurulmuş durumda. 

Yapılması gereken bilimsel yaklaşımla bu kısır döngüyü kırmaktır. Bunun yolu yapılan yanlışlarla yüzleşmek ve atılması gereken doğru adımları atmaktır. Maalesef bugün bu yapılmıyor. 

 

Kanal İstanbul'un temelinin 26 Haziran'da atılacağı söyleniyor. Zararın neresinden dönülürse kardır. Bu konunun çokça konuşulması gerekir. Konu çok yönlüdür. Biz bu yazımızda çevre boyutuna dikkat çekmek, malumun yeniden ilamını yapmak istiyoruz. 

 

Sazlıdere barajı yıkılacak, Terkos gölünün yapısı bozulacaktır. Kanal İstanbul projesi ile içme suyu zarar görecek, neredeyse 3 İstanbulludan birisi susuz kalacaktır. Buna cevaben, “ne olacak, biz Terkos gölü ile kanal İstanbul arasında izolasyon yaparız, başka yerden su taşırız” diyorlar. Bilin ki bunlar algı yönetimi yapıyorlar. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir düşüncenin olması mümkün değildir. Ezcümle ağaç, toprak, canlılar ve su israf ediliyor ve tabiatın dengesi alt üst ediliyor.

 

Yokluk çekmeyenler varlığın kıymetinden anlamazlar. İstanbul'umuzun, ülkemizin kıymetini ne kadar biliyoruz. Maalesef yeterli bilinç yoktur.  İnsanlık bir damla suyun hesabını yapıyor, bir avuç toprak için savaşlar veriliyor, bir tek ağaç ve yaşayan her bir canlı ekolojik dengenin birer parçasıdır. Bu dengeler çılgın projelere kurban edilmemelidir. Kaybedilen tarım ve mera alanları, ortaya çıkan hafriyat başlı başına sorundur. Bu tarım ve hayvancılığın bitirilmesi anlamına gelmektedir. 

 

Sadece İstanbul flora olarak Hollanda ve İngiltere’den daha zengindir. Bilimsel raporlara göre içinde nadir görülen çok sayıda bitki türü yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktır. Yaban hayatı da nasibine düşeni alacaktır. Canlı çeşitleri ve sayıları bundan zarar görecektir. Meselenin ciddiyetini tam olarak ifade etmese de ÇED raporlarına göre 458 hektar orman yok olacaktır. Ekoloji konusunda konuşanlar, ne olacak ağaç kesilmiş biz de başka yere ağaç dikeriz diyorlar. Bu cevap bile ekolojinin ne olduğunu bilmediklerini gösteriyor. Orman demek sadece ağaç demek değildir. Orman, aynı zaman da ağacın dikili olduğu topraktır. O toprakta bulunan bildiğimiz ve bilmediğimiz bitki örtüsüdür, bu topraklarda yaşayan irili ufaklı canlılardır. Hadi ağacı başka yere diktiniz oluşmuş olan ekolojik dengeyi nasıl kuracaksınız. İşte bu mümkün değildir.

 

Bugün siyasi güç bende, ben istediğimi yaparım demek büyük bir vebaldir. Kimse bu yükün altından kalkamaz. Yapılması gereken şeffaf bir şekilde siyasi baskılardan uzak olarak akademik çevrenin, sivil toplum örgütlerinin, belediyelerin, ilgili bakanlıkların devreye girerek bu konuda çalışmalar yapılmasıdır. Kişisel değil toplumsal faydalar öncelenmelidir. Algıya yönelik çalışmalar geçicidir. Herkes kendi kararının vebalini çekmelidir. Herkesin fikri ve kararı tarihe not düşülmelidir. Bu kararlar sadece o şahıslar değil, o aileleri ve onların neslini de bağlayacaktır.