Mescid-i Aksa’dan sonra sıra nereye geliyor?

Mescid-i Aksa’dan sonra sıra nereye geliyor?

İsrail Mescid-i Aksa’ya saldırıyor ve Filistinli Müslüman masum halkı öldürüyor. Çoluk çocuk demeden kadınları ve yaşlıları ayırt etmeden katliamına devam ediyor. Dün de bugün de saldırdı, yarın dozunu daha da arttıracak. Çünkü siyonist emellerine ulaşmak için sürekli adım atmakla meşgul.

Dünya kamuoyu sessiz. Sadece sessiz değil, aynı zamanda İsrail'e destek verecek tavır içinde. ABD, Avrupa İsrail'in yanında; Avusturya ve Çekya hükümet binalarına İsrail bayrağı çekecek kadar fütursuz.

İnsanımız acılar içerisinde. Fakat derin yapılanmalar boş durmuyorlar. Bütün bu yaşanan acımasız tabloyu ekseninden kaydırmak için Arapların ve Filistinlilerin Türklere karşı yaptığı yanlışları cımbızla tutup kamuoyunun önüne getirmekle meşguller. Bunu yaparken güya milli duygulara hitap ederek yapıyorlar. Mescid-i Aksa bir inanç bir kutsiyet konusu değil de bir halk meselesi gibi ortaya konmaya çalışılıyor. Yapılmaya çalışılan İsrail'in Mescid-i Aksa’yı ele geçirme operasyonudur. Bu konu sadece Filistin ve Arap konusu değil bütün İslam alemini ilgilendiren bir din mevzusudur.

Mescid-i Aksa tarih boyu hep Müslümanların denetiminde ve kontrolünde olmuştur. Ne zaman ki, İsrail devletinin kuruluşu ve siyonist düşüncelerinin devreye girmesine kadar.

1947 tarihinden itibaren BM tüm kararlarında kutsal yerler hakkında erişim ve ibadet serbestisinin sağlanması koşulunu ön plana çıkartmıştır. Böylece İsrail’in, Mescid-i Aksa’ya yönelik yaptıkları müdahaleler için bir kılıf hazırlanmış oldu.

25 Temmuz 1994 tarihinde taraflar arasında imzalanan Washington Deklarasyonuna atıf yapılan anlaşmada “tarafların her üç din arasında, ilişkilerin geliştirilmesi, dini anlayış, ahlaki bağlılık, dini ibadetlere özgürlük, tolerans ve barış içerisinde davranacakları” hüküm altına alınmıştır. Atılan bütün bu adımlar ile planlı bir şekilde sona giden yolun taşları örüldü. Artık sıra Filistinlileri Kudüs topraklarından uzaklaştırmak ve topraklarını ilhak etmeye geldi. Son günlerde yapılan tam da budur. Yahudi devleti İsrail abluka altındaki Gazze Şeridi'ne saldırılarını açıktan sürdürüyor. Bu saldırılarda Filistinli 61'i çocuk, 36'sı kadın olmak üzere 213 can kaybedildi.

Tarihi seyir esnasında yaşananların bir din savaşı olduğu bunun hazmettirme yolunun dinlerarası diyalog ve sahadaki yansımasının da Arap baharı olduğu ortadadır. Sayın Erdoğan'ın "Kudüs'ün üç dinin temsilcileri tarafından yönetilmesi günümüz şartlarında en tutarlı yol olacaktır. Aksi takdirde bu kadim şehirde barışı sağlamak kolay görünmüyor. Yahudilerin Mescid-i Aksa'ya saldırıları fitili ateşlenen bomba etkisi yaratmaktadır. Bu tehdidin önüne geçmenin en hızlı yolu teklif ettiğimiz şekilde yeni bir yönetim statüsüne kazandırmaktır" sözü Washington Deklarasyonunun ruhuna uygun bir yaklaşımdır. Zaten bugüne kadarki yaşanan sorunların temelinde bu yanlış duruş vardır.

Çözümün tek yolu, sorunların sebebini ortaya çıkartmakla başlar. Yanlış teşhis ile doğru tedavi yapılamaz.  Doğrusu, Mescid-i Aksa’nın İslam aleminin kutsalı olduğudur. Bu toprakların işgal altına alınmak istendiğidir. Masum halkın da soykırıma tabi tutulduğunu bilmektir. Prof. Dr. Haydar Baş hocamız 8 Aralık 2017 tarihinde “İşlenen cinayete ümmetin tamamı

tek vücut olarak karşı durmalı ve Mescid-i Aksa'yı Müslümanların başkenti ilan etmelidir” diyerek çözümün tek yolunu göstermiştir.

Mescid-i Aksa giderse bütün coğrafya gider. Hatta sıra bizim topraklarımıza gelir. Bu çok iyi bilinmelidir.