MİSAFİRLERİMİZLE SORULU CEVAPLI EKONOMİ TURU YAPTIK

Bir de ülkemize bakalım. Miras yediler gibi milli servetler, kamuya ait iktisadi teşekküller satılmış ve savrulmuş durumda. Stratejik diyebileceğimiz telekomünikasyon, madenler, ilaç sektörü, özel hastaneler süratle yabancıların eline geçmiş, eğitim başta olmak üzere sırada diğer kurumlar var.

Sohbet bu noktaya geldiğinde misafirlerim soru sormaya başladılar.

Soru: Ekonomi kötüye gidiyor diyorsunuz, fakat basın yayın organları hiç de öyle demiyor?

Cevap: ülkemizde makro planda da mikro planda da bir kötüye gidiş var. Makro olarak yıllık cari açık 100 milyar dolara kadar yükselmiş durumda. Devletin cari açığı var da kişilerin hiç mi borcu yok? Elbette var. Mikro planda ise son yıllarda artan kredi kartı borçları en önemli ekonomik göstergelerden bir tanesidir. Milleti oyalamak adına yandaş medyada çıkan “şu kadar büyüdük, bu kadar büyüdük” ifadelerine aldanmamak gerekir. Son 10 yıla baktığımızda göreceksiniz her geçen sene devlet bazında cari açık yükselmiş, kişi planında ise kredi kartı borçları almış başını gitmiş durumdadır. Esas olan rakamlar bunlardır. Global sömürücüler avlarını ellerinden kaçırmamak için gereken tedbirleri de almışlar. Kendi adlarına iş takipçiliği yapacak basın yayın, sivil toplum örgütlerini de ağ gibi örmüşler. Bu da yetmemiş bürokraside, siyasette kendi temsilcilerini de iş başına getirmişler.

Soru: Bu millet bu kadar mağduriyetine rağmen nasıl oldu da oyunu yine AKP'ye verdi?
Cevap: Seçimlerde AKP'nin sloganı neydi: “İstikrar Sürsün” Neyin istikrarıydı bu? Milletin yarısının bankalara kredi borcu var. Bir taraftan insanımız bankaların kucağına atılmış durumda. Diğer taraftan “iyi düşün! bana oy vermezden döviz fiyatları artar iflah olmazsın” mesajı verildi. Döviz kurları dışardan alınan yüksek faizli borç kredileriyle sabit tutulurken; devletin borcu arttı da arttı. Hükümetin uyguladığı "Düşük kur - yüksek faiz politikası' sadece ve sadece yabancıların işine yaradı. Sanki bu devletin sahibi bu millet değil. Millet de bu bilinçten uzaklaştırılarak kendi borçları ile boğuşma noktasına getirildi. İşte bütün yanlışlarına rağmen borçlu olan kesimin kahir ekseriyeti oyunu sözde istikrar için AKP lehine kullandı.

Soru: İstikrar devam etsin derken verilmek istenen mesaj ne idi?

Cevap: ülkemizde 2000 yılında merhum Ecevit döneminde yaşanan ekonomik kriz önemli mesajlar içermektedir. O senesi cari işlemler açığı giderek büyümüş ve yıl sonunda 9.8 milyar dolara çıkarak o güne kadar görülmemiş tarihi bir rekor kırmıştı. Yabancı bankalar vadesi gelmemiş kredilerini geri çekmeye başlayınca gecelik faizler yukarı tırmanmış ve tarihe “Kara Çarşamba” olarak geçen 22 Kasım 2000′de ekonomik kriz patlamıştı. Burada söz konusu olan topu topu 3.5 milyar dolarlık net sermaye çıkışı sonucu döviz fiyatları ve faizler tırmanışa geçmişti. Bugün gelinen nokta çok daha vahimdir. Yıllık cari açık on kat artarak 100 milyar dolara dayanmış durumdadır. Düşünebiliyor musunuz bugün yabancılar yine paralarını çekmeğe kalkarlarsa, seyreyleyin siz gümbürtüyü. "Borç alan buyruk alır' misali bir taraftan devletin borçları artarken, diğer taraftan gelen buyruklar ağırlaşarak devam etmektedir. Hükümet bu mesajı halka çok net veriyor. Diyor ki "istikrar devam etsin'. Yani, "ey halkım eğer bize borç veren batılıların dediklerini yapmazsak nice kara çarşambalar yaşarız' demek istiyor. Hükümet bir çözüm üretemiyor, meclis içi muhalefet de bir çözüm öneremiyor.

Soru: Mevcut kapitalist anlayışlarla, IMF ve Dünya Bankası marifetiyle bu sorunlar çözülmez diyorsunuz, çözüm olarak ne öneriyorsunuz?

Cevap: Bir kere sistemlerin ne olduğunu iyi anlamamız gerekir. Sosyalizmde insanlar bir avuç devlet yetkilisi için çalışır. Bu politbürodur. Kadın, erkek; genç, yaşlı hiç kimsenin özel mülkiyet hakkı yoktur. Kapitalizmde insanlar bir avuç küresel sermaye sahibi için çalışırlar. Her iki sistemde de millet değişik kademelerde köle sınıfındadır. İnsanları daha iyi sömürmek için, ölmeyecek kadar güç sahibi olmasına müsaade edilir. Kendi ülkelerinde uygulama böyle olduğu gibi diğer ülkelerde de emek ve üretimi sömürmeleri aynı yolla devreye konur. Bütün bu sorunların çözümü vardır; o da Prof. Dr. Haydar Baş beye ait olan Milli Ekonomi Modelidir. Diğer ekonomi sistemlerinde millet devlet (politbüro) için ve bir avuç sermaye sahibi için çalışırken; Milli Ekonomi Modelinde, devlet millet için çalışır. MEM in diğer sistemlerden farkı, en başta ekonomi tarifiyle başlar. Diğer sistemler “kaynaklar sınırlı ihtiyaçlar sınırsız” der. Bu tarif kavgaların, savaşların, cinayetlerin kısacası bütün kötülüklerin başıdır. MEM ise söze “kaynaklar sınırsız ihtiyaçlar sınırlı” diye başlar. Bir günde ne kadar yemek yiyebilirsiniz, ne kadar su içebilirsiniz, kaç takım elbise giyebilirsiniz. İhtiyaçlar hep sınırlıdır. Gelelim kaynakların sınırsız oluşuna. örnek olarak enerji konusunu ele alalım. önceden enerji kaynağı olarak organik yapıdaki petrol ve kömür kabul edilirdi. Şimdi güneş, rüzgâr, dalga, nükleer ve daha niceleri sayabiliriz. Artık geri dönüşebilir dediğimiz enerji kaynakları söz konusudur. Görüldüğü gibi kaynaklar sınırsızdır. İnsanda sınırsız olan ihtiyaçlar değil ihtirastır. Bunun çözümü de sosyal politikalarla mümkündür. Hem şunu kabul etmek gerekir ki ekonomi ilmi demek, sadece rakamlarla ifade edilen bir hesap ilmi değildir. Ekonomi bizzat hayatın kendisidir, aynı zamanda sosyal bir branştır ekonomi. Ekonomi de ahlak vardır, gelenekler vardır, din vardır, yöresel alışkanlıklar vardır. Kısacası dini dinimizden, geleneği geleneğimizden olmayan devletlere ait olan kapitalizmle, milletimizin ekonomisi idare edilemez, edilememiştir de. Kapitalizmi ilk ortaya koyanların papaz olduğunu ifade edersek sanırım konu daha iyi anlaşılacaktır. Zaten kapitalizmin ruhu Protestan ahlakından başka da bir şey değildir. Sen kalkacaksın Müslüman bir topluluğa Protestan ahlaktan kaynaklanan ekonomi sistemini dikte edeceksin. Bu tutmaz, tutmamıştır da. Aynı zamanda tahrif edilmiş Hristiyanlığa ait olan bir mezhep ne kadar insanların derdine derman olabilir ki, nitekim artık yolun sonu görülmüştür. ABD'de ekonomik kriz vardır, Avrupa'da ekonomik kriz vardır, Ortadoğu'da, Uzakdoğu'da velhasıl dünyanın her yanında kriz vardır. İslam'ı ve insanı çok iyi iyi bilen bir şahsiyet olan Prof. Dr. Haydar Baş hocanın kendi hayatımı yazdım dediği MEM uygulanabilir tek ekonomi sistemidir.

Soru: Peki yabancılar paralarını ülkemizden çekecek olurlarsa krizin önüne nasıl geçilecek?

Cevap: Para politikası hakkında da bilgi vermemiz gerekir. Bakınız öncelikle para bağımsızlık demektir. Paranız bağımsız ise siz bağımsız olursunuz aynen bir ülkenin bayrağının bağımsızlık sembolü olduğu gibidir paranın bağımsızlığı. Hiçbir ülkede olmayan bir uygulama var bizim ülkemizde. Dolar geliyor, avro geliyor rahatlıkla yerli piyasalara giriyor ve alım - satım yapabiliyor. Bir çanta yabancı parayla gelen alıcı ister gayrimenkul alır isterse bir sanayi tesisini. Hatta bu uygulama yabancı sermaye girişi adı altında teşvik bile edilmektedir. Peki, bir düşünelim bu gelen yabancı paraların bir karşılığı var mı diye. El cevap hayır yok. Amerika'nın, Avrupa'nın en büyük ihraç malı parası olmuş durumdadır. Adam kâğıda basıyor mührünü, para diye bize hem de faizli borç olarak veriyor. Sen de kalkıyorsun, ne kadar borç aldıysan buna orantılı Türk parası bastırıp piyasalarına sürüyorsun. Bizim halimiz neye benziyor biliyor musunuz, ülkemizin etrafı surlarla çevrilmiş, bizler hepimiz esiriz. Çalışıp çabalayıp yabancının kâğıdını para haline getiriyoruz. Bu bize reva mıdır Allah aşkına. Hiçbir dünya devleti yabancının parasını bu kadar basit şekilde ülkesine sokmaz. İşte bu esaretin modern şeklidir. Bundan kurtulmamız için kendi paramızı kendi emek ve üretimimiz karşılığında piyasaya sürmemiz gerekir. Bu da ancak Milli Ekonomi Modelinde mümkündür. GSMH'nin belli bir yüzdesi olarak basılan para, emek ve üretimin karşılığı olarak basılan para, sosyal devlet politikalarına uygun olarak piyasalara sürülür böylece hem piyasada çark dönmeye başlar, hem tüketim hem üretim artar, buna paralel istihdam da artar. Neticede toplum dengeye kavuşur. Bugün dünyanın aradığı da budur.

Sohbet saatlerce sürmüştü. Gelen misafirler konunun ehemmiyetini idrak etmiş olacak ki, neden bu sistemi anlatmıyorsunuz demesinler mi? Ben de onlara Milli Ekonomi Modelinin BTP'nin parti programına alındığını ifade ettim ve ekledim. Kurtuluş mu istiyorsunuz? O halde BTP'yi destekleyeceğiz ve Milli Ekonomi Modelini ve bunun uygulama şekli olan Sosyal Devlet Milli Devlet anlayışını iktidar edeceğiz dedim. Misafirler büyük bir memnuniyet içinde bizden ayrıldılar.