Müslümanlar birbirinden ne kadar haberdarlar

Müslümanlar birbirinden ne kadar haberdarlar

İslam âlemi ciddi bir bunalımın içinde sarsılıp duruyor. Büyük Ortadoğu Projesi ve ardından Arap baharı ile birlikte günümüze kadar milyonlarca Müslüman hayatını kaybetti. Birçok İslam ülkesi harabeye döndü. Bizzat savaş sonrası şahit olduğum Irak ve savaş öncesi ziyaret ettiğim şimdilerdeki hayalet şehirleri ülkesi Suriye gerçekten içler acısı. Siz bir tarihin, sanatın, bir ülkenin ve daha da ötesi bir insan hayatının ortadan kaldırılması ne demek tahmin edebiliyor musunuz? İşte tahmin etmekte bile zorlanacağınız gelişmeler bugün yaşanıyor. Bugün yaşananlar 22 İslam ülkesini içeren işgal projesi kapsamında adım adım gerçekleştiriliyor. Algı yönetimi öyle işletiliyor ki, bütün bu işgal hareketleri bir hak arayışı gibiymiş gibi gösteriliyor.

...

Kilis'e bombaların düşmesi sonucu onlarca insan hayatını kaybetmiş, yaralananlar olmuştu. Hele bir kara perşembe var ki… O gün Kilis'e onlarca bomba atılmıştı. Bu süreçte can kaybı mal kaybı söz konusu oldu. İnsanlar yoğun olarak muhacir çıktılar. Kilis'te can pazarı yaşanırken yaşananlar şehrin dışındakilere bir hikâye olarak geliyordu. İşte bazen haber değeri kazanıyor basında yer alıyordu. Ama sadece bu kadar! Bir adım sonra ateşin düşeceği yerde yaşayanlar kayıtsız, duyarsız… İşte tam da acı noktalardan birisi de bu. Başına bomba düşmeyen başına bomba düşenin halinden bihaber!

Umredeki bir dostumu arayıp sordum. Dünyanın dört bir tarafından kutsal topraklara ibadet hassasiyeti ile gelen insanlar ne düşünüyorlar diye. Aldığım cevap karşısında ürpermedim değil! İnsanlar maalesef şekle takılmışlar. Kılık kıyafet çerçevesinde dönen bir anlayış söz konusu. Şekilcilik ön planda, senin adamın, benim adamım anlayışı hâkim olan. Özü kaybedince insanlar teferruata takılıyorlar. Hicaz topraklarına  bile baktığımızda maalesef sosyal ve toplumsal bir farkındalık olmadığını da görüyoruz.

İslam âlemi, imamesi kopan bir tesbihi andırıyor. Tesbih taneleri darmadağın olmuşlar. İslam aleminde tevhid anlayışı, birlik anlayışında bir problem var. Bakın yüzyıllardan beri İslam âlemi üzerinde oyun oynanıyor. Üstelik bu oyunun oyuncuları üzerlerinde hesap yapılanlar.

Madem birbirimizden fersah fersah uzağız, mademki birlik ve beraberlik sorunumuz var öncelikle bunun çözüme kavuşturulması gerekir. Kaybettiğimiz tevhidin, birliğin merkezine yeniden yönelmemiz gerekiyor. Merkeze çok şey kondu; mevki, makam, para, şöhret, kılık kıyafet. Fakat bunların hiçbirisi birliğin merkezi olmadığı için, bekleneni vermedi.

Sayın Prof. Dr. Haydar Baş hocamızın bu konuda yaptığı tevhid tespiti, tarihi öneme haizdir. Tevhidin merkezini altını çizerek ortaya koydu: Ehl-i Beyt. Tevhidin merkezi Ehl-i Beyt olduğunu her ortamda anlattılar, yazdılar ve bunun izahını yaptılar.

Bakın bizim tarihimiz bu konuda oldukça zengindir. Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli ve onun amcazadesi Abdal Musa Sultan hazretleri Ehl-i Beyt neslindendir. Peygamber efendimizin torunlarındandır. Bu zatlar Anadolu topraklarına geldiklerinde gayrimüslim diyarıydı buralar. Ama onlar Ehl-i Beyt yolunu ihya ettiler. Keramet ehli, hal ehli, hikmet ehli insanlardı, bu zatlar. Ehl-i Beyt yoluyla çağlayan gibi gelen İslam'ın aşkını, feyzini insanlara taşıdılar. Aklın yanında kalpleri de tatmin ettiler. İkaz ve irşad yolundan yürüdüler, İslam'ın korunması ve Peygamberi hayat tarzını şiar edindiler. Bu şekilde Anadolu, Anadolu oldu. Geriye dönüp baktığımızda batılı tarihçiler, hala Anadolu'nun nasıl böylesi bir değişim ve gelişim gösterdiğini anlayamıyorlar. İslam olmadan, Ehl-i Beyti anlamadan bu süreci anlamaları da mümkün değildir.

Yiğit düştüğü yerden kalkar. Ehli Beyt-i anlamak, tanımak ve yaşamak zorundayız. Yeniden birliğimizin merkezine, ortak paydamıza Ehl-i Beyt efendilerimizi koyduğumuz zaman kurtuluş gemisine binmiş olacağız