TÜRKİYE - SURİYE GERİLİMİNDE ATEŞ HATTINDAKİ KİLİS

Hatırlanacağı üzere, ABD Başkanı Bush tarafından on yıl önce 2001 de İkiz Kule saldırısı sonrası yeni bir Haçlı Seferi başlatılmıştı. Evangelist'ler tarafından Armageddon'a (kıyamet savaşına) hazırlık yapılmaktadır. Evangelistler'e göre, kıyamet koşullarından birisi, Mescid-i Aksa'nın yerine Süleyman Tapınağı'nın inşası ve İsrail'in vaat edilmiş topraklara kavuşmasıdır. Bu süreç Bush döneminde aktif olarak başlatılmıştır. Obama'nın başa gelmesi de bir tesadüf değildir. Obama'nın Afrika kökenli ve dede tarafının Müslüman olması ve isminin Hüseyin olması, kendisinin Hristiyan olması bu ve bunun gibi sıfatların hiçbirisi tesadüf değildir.

Obama'nın başa gelmesi yeni dönemde İslam ülkeleri üzerinde Amerikan derin devletinin hesapları olduğunun da en büyük işaretiydi. Burada dikkat çekmek istediğimiz şudur. Her ülke ve inanç mensubu ait olduğu yere göre plan ve icraat ortaya koyacaktır. Acı olan şudur ki, bölgemizde ki bu işgal sürecinde Türkler, tarihinde ilk defa işgalcinin yanında yer almış, Haçlının safında Müslüman'a namlu doğrultmuştur.

4. İslam ülkeleri içerisinde başa oynayan Türkiye ve İran'ın karşı karşıya getirilmesi hedeflenmektedir. Her iki ülke de şayet milli duruş sergilerlerse Amerika'nın hedeflerine karşı bir engel teşkil edecektir. Emperyalist güçlere göre, bu iki güç birbirini pasifize etmelidir.

5. Şii - Sünni çatışmasının bütün İslam coğrafyasına yayılması istenmektedir. Son günlerde bölgemiz üzerinde oynanan oyun Şii - Sünni kamplaşması üzerine bina edilmektedir. Arap baharı süreci de bu zemin üzerine kaydırılmaktadır.

6. Suriye'deki hadiseler başlar başlamaz mülteciler Hatay'a akın ediyor. Bazıları geri dönüyor. Kalan sayı 8 bin civarında. Bu insanlar şimdi Kilis ilimize getirilmek isteniyor. Kilis terörün zemin bulamadığı bir sınır ilimiz. Sünni bir nüfusa sahip ve devletine bağlı bir halk kesimi yaşıyor. Kilis'e mülteci çadırları kurmanın sonucunda Kilis'e terörün bulaşması da söz konusu olabilecektir. Kilis'in, Arzı Mev'ud toprakları içerisinde gösterildiği de unutulmamalıdır.

* Mülteci kampında kimler vardır ve kimler gelecektir?

* Basına da yansıdığı şekilde Amerikan istihbaratının bu insanlarla ilişkisi hangi boyuttadır?

* Suriye ve Türkiye arasında gelişecek hadiselerde, mülteci kampına hangi misyon yüklenmiştir?

Bu sorulara verilebilecek hiçbir cevap milli menfaatlerimizle örtüşmemektedir. Kampın Kilis'e getirilmesi konusunda ifade edilen kamptaki mültecilerin Sünni olmasıdır. Hataylıların çoğunlukla Alevi olmalarından dolayı birçok masrafa katlanılarak halkı Sünni olan ve Halep'e kadar Türkmenlerin yoğun olarak yaşadıkları bölgeye komşu olan Kilis operasyon bölgesi olarak seçilmiştir.

AKP'li vekillere ve hükümetin sesine kulak verdiğimizde duyduğumuz ifade “mültecilerin gelmesiyle esnafın iş hacminin artacağıdır”. Bu yalana kargalar bile güler.

Bir kere, Suriye ile girdiğimiz bu süreçte tek taraflı ambargo konarak ticari menfaatlerimiz elimizin tersiyle itilmiştir. Söz konusu olan bu ticaret hacmi 5 milyar dolardır.

İkincisi, binlerce Kilisli sınır ticareti ile Suriye ile yaptıkları karşılıklı ticaret ile geçimini temin etmektedir. Uzun yıllardan beri Kilis'te dönen ekonomik çark, Suriye ile olan ticaret ve turistik gidiş gelişlerle dönmektedir. üçüncüsü, mülteci cebinde para olan insan değildir. Mültecilere yapılacak yardım malzemeleri ise sıradan esnaftan alınacak değildir. Bugüne kadar yardım maksatlı malzemelerin nasıl temin edildiği, kimlerden alındığı tecrübe ile sabittir.

Bölge halkıyla resmi yetkililerin yaptığı toplantıda “ne yapalım bakanlar kurulunun kararı, bu bize bunu uygulamak düşer”” savunmaları yetersizdir. Demokrasilerde esas olan halkın istekleridir. Hükümetler halkın istekleri ve devletin menfaatleri doğrultusunda iş yaparlar. Bu uygulanan dış politik yaklaşım, ne devlet ne de milletimizin menfaatinedir.

Hükümet bölgemizi ilgilendiren politikalarında tutarsız davranmaktadır. Nitekim sayın başbakan Erdoğan Libya konusunda “NATO'nun Libya da ne işi var” demiş aradan bir hafta geçmeden yüz seksen derece çark ederek ABD menfaatlerinin yönlendirdiği NATO operasyonunda Libya'yı işgal sürecine bizzat katkıda bulunmuştu. Aynı şekilde 2010 yılında ki Suriye ile yakınlaşma süreci 2011 in sonlarında birden bire kopma noktasına gelmiştir. Ya yakınlaşma bir yanıltma politikasıydı ya da uzaklaşma bir talimat neticesinde gerçekleşmişti. Eğer sorun Beşar Esat'ın uyguladığı politikadan kaynaklanıyorsa, bu politika yeni değildir öteden beri devam edegelen bir politikadır. üstelik Beşar Esad, baba Esat'tan sonra Suriye de halk adına hak ve özgürlükleri adım adım gerçekleştiren bir lider olarak kabul edilmektedir.

Bütün bu yaşananlar, kötü sonun başlangıcıdır. Henüz iş işten geçmiş değildir; girilen bu yanlış kulvardan biran önce dönülmelidir.