1, 2 derken şimdi de 3. Dünya Savaşı
Tarih boyunca devlet ve millet geleneğimiz, köklü bir tecrübeye sahiptir. Bu geleneğin taçlanmış hâli, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatında somut bir şekilde görülmektedir. Atatürk’ün yaşamı, örnek alınması gereken derslerle doludur. Bugün yaşadığımız birçok problemin, o günlerden pek de farklı olmadığını söylemek mümkün. Geçmişte Osmanlı Devleti’nin savaş kayıplarıyla karşı karşıya kaldığını biliyoruz. Bu süreçte, Milli Mücadele ve Kurtuluş Savaşı ile bir bağımsızlık destanı yazıldı. Lozan Antlaşması’nın ardından Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruldu. Atatürk’ün liderliğinde kazanılan bu zaferler, milletimizin kararlılığını ve bağımsızlık aşkını ortaya koydu. Ancak, Atatürk’ün ömrünün son dönemlerinde bile yeni bir savaşın yaklaştığını gördüğünü belirtmek önemli. Atatürk, Birinci Dünya Savaşı’ndan önce, Bulgaristan’da ateşe-militer olarak görev yaparken İstanbul’a mektup yazarak savaşa dikkat çekmişti. “Savaş geliyor, dikkatli olun. Sakın yanlış yapmayın, bu savaşa bulaşmayın,” diye uyarıda bulunmuştu. Ne var ki İttihat ve Terakki hükümetinin kararları doğrultusunda Osmanlı Devleti savaşa girdi ve bunun sonucunda üç kıtada bulunan topraklarımızı kaybettik. Anadolu toprakları dahi işgal edildi.
Milli Mücadele tarihine baktığımızda, Atatürk ve lider kadro içerisinde çok sayıda Balkan kökenli komutanın olduğunu görürüz. Bunun önemli bir nedeni vardır: Balkan kökenli bu komutanlar, Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı sırasında topraklarını kaybetmiş, memleketlerinden kopmuşlardı. Memleketsiz kalmanın, savaşın yıkımını ve sevdiklerinden ayrı düşmenin acısını en derin şekilde yaşamışlardı. İstanbul’da Osmanlı yönetimindekiler bu deneyimi yaşamamıştı. İşte bu fark, Atatürk’ün “Ya İstiklal Ya Ölüm” anlayışının temel taşlarından birini oluşturuyordu. Onun liderliğinde kazanılan bağımsızlık mücadelesi, yalnızca bir ülkenin kurtuluşu değil, aynı zamanda tarihsel bir ders niteliğindedir. Atatürk, İkinci Dünya Savaşı'nın yaklaştığını hissederek dönemin yöneticilerine net bir uyarıda bulunmuştu, sakın ha, bu savaşa bulaşmayın. Bulaştığınız takdirde Allah korusun, memleket darmadağın olur ve işin içinden çıkamazsınız uyarısı, İsmet İnönü’nün izlediği politikalarla karşılık bulmuş ve Türkiye, savaşın yıkıcı etkilerinden uzak kalmayı başarmıştır. İnönü’nün liderliğinde izlenen bu hassas denge politikası, ülkenin büyük bir felaketten korunmasını sağlamıştır.
Dünya siyasetinde tarih boyunca bir denge mekanizması var olmuştur. Bu denge, esasen üç büyük güç etrafında şekillenmiştir: Rusya, Çin ve Amerika Birleşik Devletleri. Bu üç devlet, uluslararası arenada güç mücadelelerinin ana aktörleridir. Genellikle biri öne çıkarken diğerleri geri planda kalır. Bu durum, dünya politikasının temel eksenini oluşturur. NATO ve Amerika’yı ayırmak neredeyse mümkün değildir. NATO, Birleşmiş Milletler gibi kuruluşlar, esasen İkinci Dünya Savaşı’nı kazanan devletlerin gücünü sürdürmek için oluşturduğu yapılar olarak değerlendirilebilir. İkinci Dünya Savaşı’nın galipleri, kendi çıkarlarını korumak adına bu tür küresel kurumsallaşmaları ihdas etmişlerdir. Bu sayede hem kendi sınırlarını hem de dünya üzerindeki hâkimiyetlerini güvence altına almışlardır. Bugün de benzer bir süreç yaşanıyor. Dünya, yeniden çizilen sınırların ve güç denemelerinin olduğu bir dönemden geçiyor.
Bugün, İkinci Dünya Savaşı'nın ardından geçen onca yılın ardından, dünyada yeni bir savaş tehlikesi konuşuluyor: Üçüncü Dünya Savaşı. Bu endişelerin ışığında, uluslararası sahnede yaşananlar dikkatle incelenmelidir.