13 Nisan’daki biz olmak
Bayram tatili boyunca kadim dostlarımızla sohbetlerimiz oldu. Bayram denince aklımıza Prof. Dr. Haydar Baş hocamız ile geçirdiğimiz o tarifi mümkün olmayan günler gelir hep. Her bir arkadaş kendi hatırasını anlattı. Her biri ayrı lezzette sohbetler. Yaşananlarda kendinizi görüyorsunuz ve bir ders çıkartıyorsunuz.
Dikkatimi çeken bir hususun altını çizmek isterim. Hocamız herkesin gönlüne dokunmuş. Her bir kişinin kendisini özel hissetmesini sağlamış. Adeta tezgahında herkes kendi nasibince gergef gergef işlenmiş. Kimisine bakışı, kimisine sohbeti, kimisine nasihati ile ezcümle çokluk içinde tekliği yaşatmış…
Hocamızın yaptıklarını saymakla bitiremeyiz. Ancak burada bir tanesinden söz edelim.
Hocamız Ehl-i Beyt paydasında İslam alemini birleştirdi. Alevi, Sünni ve Şii’yi kardeş etti.
Hoş geldin Atatürk dedi, unutturulmak istenen Atatürk’ü gündem etti devlet ile milleti barıştırdı.
Sosyal devlet milli devlet dedi, milletin bir bütün olduğunu ortaya koydu.
Deniz Gezmiş dedi sol ile sağı birleştirdi.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Hocamız her fırsatta milletin birliğini, beraberliğini temin etmenin bizim asli görevimiz olduğunun altını çizmiştir. Bunu yaptığımız zaman ülkemizde saadet, huzur, mutluluk olur. Bunu yapamazsak, hiçbir şeyimiz istediğimiz manada hayata geçmez, demiştir.
1990’lı yılların başında Haydar Baş hocamızın selamını götürmek üzere bir ekiple Ankara’da yaşayan gönül adamı hak dostu Ahmet Kayhan dedeye gittiğimizde konuşulanları birçok ortamda anlatmıştım. Hatta Haydar hocamızın huzurlarında da kalabalıklara anlatmıştım. Orada Ahmet Kayhan hazretleri hocamızdan sitayişle bahsetmiş onun insanlık için maddi ve manevi sığınak olduğunu anlattıktan sonra sizin de göreviniz onu dünyaya anlatmak olmalı demişlerdi.
Hocamızın yaşantısı hep kamuoyu önünde olmuştur. Bizimle konuştuğunda mahrem kabul ettiğimiz konuları bile, ardından kameralar önünde ifade etmiştir. O çok şeffaf ve ölçüsü olan bir hayat yaşamıştır. Bugün yapmamız gereken 14 Nisan öncesinde olduğu gibi yaşamaktır.
O aramızda olsaydı bizimle ne konuşurdu:
Ülkenin içine düştüğü bataktan Milli Ekonomi Modeli ile kurtulacağını anlatırdı.
Sosyal Devlet Milli Devlet ile milletin makus talihinden kurtulacağını, fakirliğin suç olacağını izah ederdi.
Atatürk Vatandır, Atatürk Bayraktır, Atatürk birleştirici harçtır, Atatürk Tam Bağımsızlıktır diye üzerine basa basa konuşurdu.
Tevhidin merkezinin Ehli Beyt olduğunu ısrarla vurgulardı.
Bağımsız Türkiye Partisinin çalışmalarını anlatır ve ben son nefes için siyaset yapıyorum derdi.
Görmediği arkadaşları sorardı. Ziyarette arayı açanlara sitem ederdi.
Bizi okumaya araştırmaya sevk ederdi.
O halde her daim yapmamız gereken, O aramızda inancıyla, O'nun gibi konuşmak, O'nun gibi davranmak olmalıdır. Bunu formülleştirecek olursak “13 Nisan’da nasıl isek öyle olmalıyız.”
O’nun yolunda olmamızın göstergesi, yaptıklarımız birlik beraberliğe mi hizmet ediyor yoksa ayrılıklara mı yol açıyor? Bu soru bizim sürekli yüzleştiğimiz bir ayna olmalıdır.
Kendi nefsimizden başlayarak, ailemizden başlayarak, devlet millet kardeşliğine, Alevi, Sünni ve Şii kardeşliğine kadar her türlü birliğe hizmet edecek gayretlerin içinde olmamız gerekmektedir.
İşte o zaman yaşayan Haydar Hoca ile bir ve beraber olmamız mümkün olacaktır. Aksi halde halimiz görkemli ağaçtan kopan yaprak misali hazin bir son olacaktır.