Adem Birinci’nin makalesine bir katkı
Adem Birinci'ninYeni Mesaj gazetesindeki makalesini bir duygu seli içinde okudum. Prof. Dr. Haydar Baş Hocamız ile ilgili çekimi süren belgeseli büyük bir heyecanla bekliyoruz. Fikirleri ve eserleri ile ölümsüzlük sırrına ulaşmış bir lider olan Haydar Baş Hocamızın her hareketi, her sözü, her bir iması yan yana geldiğinde, O'nun daha da büyüdüğü ve detayları ortaya çıktıkça mükemmelliğin daha da arttığı görülecektir.
O'nunla birlikte olanlar bilirler; şeffaftı, hiçbir saklısı gizlisi yoktu. Birçok insanın şahit olduğu bu hale bendeniz de şahidim. Oturur sizinle konuşur dersiniz ki "Benimle Hocam çok mahrem sırlar paylaştı." Birazdan kalkar kamera önüne geçer sizinle ne konuştuysa olduğu gibi o duygu ve düşüncelerini kamuoyu ile paylaşırdı.
Adem arkadaşımız Hocamızın dünyaya geliş sürecini, doğduğu evi çok güzel tasvir etmiş. Acizane Hocamızdan bunları defaten dinlemiştik. Doğup büyüdüğü ev, ailesi ile hatıraları çok manidardır. İnşallah bunlar da belgesel de yer alacaktır.
Akçaabat Sarıtaş Mahallesi'nde dünyaya gelir Haydar Hoca. Ev, bir Anadolu evidir. Kış günlerinde rüzgârlı havalarda, esen fırtınalar evin çatısını alır ve bahçesine atar. Böylesi bir evdir burası. Ertesi gün Hocamızın babası Hasan Efendi, o çatıyı alır ve yeniden yerine yerleştirir. Ancak huzurludur, mutludurlar. Babası ve annesi ile unutulmaz hatıraları vardır.
Babası Hasan Efendi gözü gönlü tok, dünyaya tamahı olmayan bir insandır. Trabzon Kemeraltı çarşısında bir zücaciye dükkanı vardır. Bir sandalye sığacak büyüklükte bir dükkândır burası. Hasan Efendi işyerinde Kur'an okur; zikir ve fikir ile meşguldür. Günlük yetecek kadar yevmiyesini kazandıktan sonra dükkânı kapatır ve evin yolunu tutardı. İşyerini kapattığı saatler, özellikle en çok çalışanı barındıran Trabzon Tekel binası çalışanlarının çarşıya hareket getirdiği paydos saatleridir.
Hocamızın dedesi Çarıkçı Rasim Ağa ismiyle müsemma bir insan. Hocamız küskünleri barıştıran, adaleti sağlayan Rasim Ağa'dan hep bahsederdi. Sofrası sürekli açık, cömert, merhamet ehli bir er kişidir. Hocamız da dedesinin geleneğini devam ettirirdi. Evinde sürekli misafir vardı. Sofrası hiç boş kalmazdı. O'nun şu sözü hep kulağımızda küpedir. "Evladım misafire aç mısın diye sorulmaz. Siz sofrayı kurun, yemeğini ikram edin; misafirin aç olabileceğini ve söylemeye utanacağını unutmayın" derdi.
Babası Haydar Hocayı okutmak istemez, bir an önce hayatını kazanmasını ister, annesi ise onu okutmak, âlim bir insan olarak görmek ister. Tabii kazanan annesidir.
Hocamızın annesi Ayşe Hanım çalışkan, disiplinli, söz sahibi bir kadındır. İbadet ehli bir insandır, kocası Hasan Efendiye "Kocakarı seccadeyi eskiteceksin" dedirtecek kadar namaza düşkün bir insandır. Hocamızdan dinledim. Bir hac ziyareti esnasında Mekke'de Kâbe'nin de içinde bulunduğu alanı çevreleyen Mescid-i Haram'ın her bir kolonunun yanında iki rekat namaz kılmış bir insandır. Bu ibadet maratonunda kaybolmuş ve ertesi gün ancak bulunabilmiştir.
Ahırlarında bile bir tertip düzen vardır, hiç kirli olduğu görülmez. Çalışır, çabalar besledikleri inekten süt sağar, yoğurt ayran derken yayıkta tereyağı yapar, bunu da pazarda satardı. Annesinin yaşlılık döneminde Hocamız pazara adam gönderir annesinden yağlarını satın aldırırdı.
Böylesi bir aile ortamında büyür Haydar Hoca.
Hocamızdan bu anılarını çok kere dinlemişizdir. Hocamızın Hakk'a yürümesinden önceki son ziyaretlerimden birisiydi. Kendilerini ziyaret için Trabzon'a gitmiştim. Evinin bahçesinde sohbetini dinledik, beni kapıya doğru getirdi ve "Evladım" dedi. Eliyle işaret ederek, "Şu ev var ya, işte bu ev benim doğduğum evdir. Bu evi aş evi haline getirmeyi düşünüyorum. Bu evde hem sohbet yaparız, hem de insanların karınlarını doyururuz" demişlerdi. Adem Birinci'nin "Prof. Dr. Haydar Baş Müze Evi" makalesini okuyunca bir katkıda bulunmak istedim.
O'nu hatırlatan her zerre, bir kürre mesabesindedir.