Asgari Ücret Değil, Asgari Hayat
Türkiye’de her yıl aynı tartışmayı yapıyoruz:
“Asgari ücret kaç lira olacak?”
Oysa asıl soruyu ısrarla sormaktan kaçıyoruz:
Bu ücretle insan gibi yaşanabilir mi?
Türkiye’de asgari ücret konuşuluyor ama asgari hayat konuşulmuyor.
Çünkü mesele rakam meselesi değildir. Mesele, devletin vatandaşa bakışıdır. Bizde hâkim anlayış şudur: “Al parayı, başının çaresine bak.” Devlet ücret verir, sonra vatandaşla bağını koparır. Geçinemiyorsan bu senin sorunun olur. Barınma, beslenme, eğitim, sağlık, ulaşım… Hepsi bireysel kader alanına terk edilir.
Batı’da ise tablo farklıdır. Asgari ücret bir başlangıçtır, bir “tek başına bırakma” aracı değil. Eğer verilen ücret, hayatın olağan masraflarını karşılamıyorsa; devlet tamamlayıcı mekanizmaları devreye sokar. Kira desteği, çocuk yardımı, aile ödenekleri, engelli ve yaşlı destekleriyle vatandaş yaşamdan koparılmaz. Yani “asgari ücretli” sistemin dışına itilmez.
Bizde ise asgari ücret, neredeyse sosyal dışlanma belgesi gibidir.
Oysa asgari ücret, tanımı gereği asgari geçimi sağlayan ücrettir. Kira yok sayılarak, mutfak hesaba katılmadan, eğitim ve sağlık görmezden gelinerek asgari ücret konuşulamaz. Ücret; barınmadan, pazardan, ısınmadan, ulaşımdan, haberleşmeden bağımsız değildir. Bunları karşılamayan bir rakama “asgari ücret” demek, kavramla alay etmektir. Bugün asgari ücretli bir aile için kira, maaşın kendisi kadar bir gider kalemine dönüşmüş durumdadır.
Bu noktada Türkiye’de ilk kez meseleyi doğru yerinden ele alan bir isim olmuştur:
Prof. Dr. Haydar Baş.
Haydar Baş Hocamızın ortaya koyduğu Milli Ekonomi Modeli, asgari ücreti tek başına bir kurtuluş reçetesi olarak görmez. Aksine, insan merkezli bir sosyal devlet anlayışı inşa eder. Bu modelde:
Asgari ücret, insanın rahatça geçinebileceği seviyede belirlenir.
İşveren bu yükün altında ezilmez; devlet, işverene destek olur.
Ücretle yetinilmez; vatandaşlık maaşı, ev hanımı maaşı, çocuk maaşı, engelli ve yaşlı maaşları ile refah tabana yayılır.
Burada hayati bir ayrıntı vardır:
Bu ödemeler yardım, sadaka ya da oy devşirme aracı değildir. Bunlar, vatandaşın doğuştan sahip olduğu hakkın ifasıdır.
İşte sosyal devlet ile sadaka devleti arasındaki fark tam da buradadır.
Bugün seçim dönemlerinde dağıtılan geçici paralarla “seçim ekonomisi” uygulanıyor. Yani ver para – al oy. Bu, demokrasi değildir; irade pazarlığıdır. Haydar Baş’ın modeli ise süreklidir, kurumsaldır ve onur kırıcı değildir.
Üstelik bu yaklaşım sadece sosyal değil, iktisadi olarak da rasyoneldir. Çünkü ekonomi dediğiniz şey, üretim–tüketim dengesiyle ayakta durur. Tüketim olmazsa üretim durur. Üretim durursa istihdam çöker.
Milli Ekonomi Modeli, ekonomiyi bir emme-basma tulumba gibi çalıştırır. Vatandaşın cebine giren para, piyasaya döner. Piyasa canlanır, üretim artar, istihdam genişler. Bu bir kısır döngü değil; sürekli büyüyen bir denge döngüsüdür.
Bugün Batı, yapay zekâ nedeniyle istihdam krizi yaşıyor. İnsanları “yük” olarak görüyor. Oysa Haydar Baş’ın modelinde insan yük değildir; ekonominin motorudur. Çalışsa da çalışmasa da, insanın tüketim gücü korunur. Çünkü insan yaşarsa ekonomi yaşar.
Bu anlayış, köklerini Cumhuriyet’in kurucu iktisat aklından alır. 1923 İzmir İktisat Kongresi’nde ifade edilen “insanı merkeze alan kalkınma” vizyonunun, çağımıza uyarlanmış halidir. Bu çizgi; Mustafa Kemal Atatürk’ün devlet aklıyla da birebir örtüşür.
Bugün “asgari ücret 20 mi olsun, 30 mu olsun?” tartışmasıyla oyalanıyoruz. Oysa mesele bu değil. Mesele, asgari hayatı garanti eden bir devlet anlayışını hayata geçirmektir.
İşte bu yüzden diyoruz ki:
Asgari ücret yaklaşımı yanlıştır.
Doğru olan; insanın insanca yaşamasını esas alan sosyal devlet–milli devlet modelidir.
Ve bu modelin adı bellidir:
Milli Ekonomi Modeli.
Sözün özü, bu mesele zam meselesi değil, sistem meselesidir. Şimdi verilmesi gereken karar, sosyal devlet mi, sadaka devleti mi?
İşlemlerimiz
drahmethkepekci
drahmethkepekci
drahmethkepekci
0549 620 00 34
drahmethkepekci