Atatürk’ün Savunma Sanayindeki Vizyonu

Atatürk’ün Savunma Sanayindeki Vizyonu

İran-İsrail savaşı, sadece Orta Doğu'yu değil, dünya genelindeki güç dinamiklerini de etkiliyor. Fettah füzeleri, İsrail’in Demir Kubbe sistemini etkisiz hale getirdi. ABD’nin savaşa müdahil olacağı ve Çin, Kuzey Kore, Pakistan, Rusya gibi ülkelerin katılabileceği senaryolar, Türkiye'nin savunma kapasitesini yeniden gündemimize taşıyor. Maalesef geçmişte erken adımlar atılmış olsa da özellikle NATO üyeliği sonrası dışa bağımlılık dönemi yaşadık. Gelin, Türkiye'nin savunma sanayiindeki Atatürk'ün vizyonunu konuşalım. 
Türkiye’nin savunma sanayi yolculuğu, 1921’de kurulan Mühimmat Fabrikası ile başladı. Atatürk, yerli silah üretimi hedefini belirleyerek Türkiye'nin bağımsız savunma altyapısına geçişi sağladı. Ancak, 1952’de NATO üyeliğiyle Türkiye, dışa bağımlı hale geldi. Batılı ülkelerden alınan hazır silah ve mühimmatlar, yerli üretimi geriye itti. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında ABD'nin Türkiye'ye uyguladığı silah ambargosu, Türkiye'nin dışa bağımlılığının ne kadar tehlikeli olduğunu gözler önüne serdi. İşte bu kriz, Türkiye’nin savunma sanayiinin millileşmesinde kritik bir dönemeç olmuştur. 
Çok ilginç bir mukayese yapacağım. Türkiye savunma sanayiine 1921 de başlarken Rusya ancak 1930 lı yıllarda bu yolculuğa başlamıştır. Ancak Rusya, Soğuk Savaş yıllarında NATO'ya katılmadığı için, tamamen kendi başına gelişen bir savunma sanayi stratejisi izleyerek dışa bağımlılığı reddetmiştir. 1950’lerden itibaren, S-25, S-75, S-125 gibi hava savunma sistemlerini geliştirerek dışa bağımlılığını ortadan kaldırmış ve S-400 gibi gelişmiş savunma sistemleriyle dünyada lider konumuna gelmiştir. Savunma harcamalarının GSYİH'ya oranı, bir ülkenin savunma kapasitesini gösteren önemli bir göstergedir. 2024 yılı itibarıyla, Rusya'nın savunma harcamalarının GSYİH'ya oranı %7,1 iken, Türkiye’nin savunma harcamalarının GSYİH'ya oranı %1,9 seviyesindedir. Bu fark, Türkiye’nin savunma sanayiindeki gelişim sürecinin yavaşladığını ve savunma kapasitesinin sınırlı kaldığını göstermektedir.
Gelinen noktada Türkiye S-400 gibi Rus yapımı savunma sistemlerini mi kullanayım yoksa F-35 gibi Batı teknolojilerini (erişim engelleriyle karşılaşsa da) mi kullanayım ikilemi içindedir. Bu durum, Rusya ile mi yoksa ABD ile mi hareket edelim anlamına da gelmektedir. Bugün Türkiye’nin nükleer caydırıcılığa sahip olmaması ve savunma kapasitesinin sınırlı olması, Türkiye’nin tam bağımsızlık hedefine ulaşmasını engellemektedir. 
Milli Ekonomi Modeli, Türkiye’nin savunma sanayiinde güçlü bir altyapıya sahip olabilmesi için temel bir şarttır. Güçlü bir ekonomi, savunma kapasitesinin artırılması ve yerli üretim, Türkiye için varlık veya yokluğu anlamına gelmektedir.