Besleniyor muyuz Zehirleniyor muyuz?
Son yıllarda dikkat çeken iki konu vardır. Birincisi kanser, diyabet (şeker hastalığı), obezite, yüksek tansiyon, kalp damar hastalıklarının artan sıklığı. Bir diğer konu ise bu hastalıkların artık genç yaşlardan itibaren ortaya çıkmasıdır. Bunun sebepleri nedir? Yüksek tansiyon, şeker hastalığı, metabolik sendrom, kan yağlarında bozukluk, elma tipi şişmanlığın temel sebeplerinden bir tanesi beslenme şeklidir. Sağlığımızın devamında, hastalıklardan korunmamızda gıda maddeleri çok önemlidir. Bu konunun gündemde tutulması ve gereken tedbirlerin alınması başta siyasetin olmak üzere basın yayının, sivil toplum örgütlerinin hâsılı bütün toplumun görevidir. Burada söz konusu olan birey sağlığı ve toplum sağlığıdır.
Bu yazımızda besinler üzerinde durmak istiyoruz. Birinci konu, genetiği değiştirilmiş organizmalar konusudur. GDO yani genetiği değiştirilmiş besinler, doğal olmaktan çıkmış olan gıda maddeleridir. Bu besinler daha kısa sürede, daha fazla miktarda ürün verseler de zarar üstüne zarar üretirler. Tohumların kısa ömürlü olmaları, yetiştikleri toprağa zarar vermeleri, ekolojiyi bozmaları yanında insan organizmasına da zarar verirler. Bu besinler organizmamıza yabancı besinlerdir. Toplum olarak kullandığımız etin, sütün, yoğurdun GDO'yla yemlenen hayvandan olup olmadığı bilinmemektedir. İnsanımız endişe içindedir.
Gündem edeceğimiz ikinci konu ise, mısır şurubu ile ilgilidir. Daha yüksek şeker tadına sahip aynı zamanda daha ucuz olan mısır şurubunun kullanımı son yıllarda süratle artmaktadır. Endüstriyel bir gıda maddesi olan bu şurup meşrubatlardan bisküviye tatlı sektörünün her alanında kullanılmaktadır. Yıllar içerisinde sonuçlarına baktığımız zaman tatlı şekerin acı sonuçları ortaya çıkmaya başlamıştır. özellikle ABD'de yaygın olarak kullanılan bu şekerden sonra obezite çok yaygınlaşmıştır. ülkemizde de tüketimi artan mısır şurubunun kullanımı sonucu obezite görülme sıklığı sürekli artmaktadır. Bu şeker vücuda girdiğinde gerekli ve yeterli miktarda insülin uyumu ortaya çıkmadığı için şeker metabolizması alt üst olmaktadır. Yapılan araştırmalarda pankreas hastalıklarının hatta kanserlerin de arttığı gözlenmiştir. Burada acı olan global sermaye sahiplerinin pazar payı adına insanları zehirlemeleridir.
Bizim ülkemizde tarımın iflas süreci 2002 yılında IMF talimatları ile çıkartılan 15 günde 15 yasa ile başlamıştır. O günkü koşullarda sonuçları çok da iyi bilinmeyen şeker pancarına getirilen kota ile mısır şurubu süreci de başlamıştır. Şurup için öncelikle % 7 lik kota konmuş aradan geçen yıllar bu kota 3-5 katı arttırılarak mısır şurubu tüketiminin önü açılmıştır. ülkemizde yeterli mısır üretimi olmadığı için bir taraftan ABD'den GDO'lu mısır ithal edilerek hem toplum olarak sağlığımız tehdit altına alınmış, hem de mali zorluklar içinde olan ülkemiz döviz kaybına uğratılmıştır. Diğer taraftan şeker pancarı üreticisi mağdur edilmiştir. Şeker pancarından şeker elde eden tesisler atıl bırakılmıştır. Bu tesislerde çalışanlar, bu sektörde istihdam edilenler işsiz güçsüz kalmışlardır.
Dünya gıda sektörünün devleri ülkemize çöreklenmiştir ve mısır şurubu imalatının çoğunluğu ellerinde bulunmaktadır. Bu uygulamaların mantıklı hiçbir açıklaması yoktur.
Dünya devletleri gerek GDO'lu bitkiler gerek gıda maddeleri konusunda tüketiciyi bilgilendirmekte kendi ülkesinde doğal olan ürünlere dönmektedir. Organik tarım ülkesi olan ülkemizde ise doğallıktan her geçen gün uzaklaşılmaktadır. üstelik vatandaşa bilgi verilmeden gıda adı altında adeta zehirlenmektedir. Mısır şurubu hem daha tatlı hem daha ucuz olduğu için her geçen gün kullanımı artmaktadır. Meşrubattan, endüstriyel gıda üretimine kadar girmiştir. Uluslararası ilmi gözlemlerin de gösterdiği gıda temelli hastalıklar ile mısır şurubu tüketimi arasında paralellik gözlenmektedir.
Yabancıları dost edinen AKP hükümeti dost ve düşman kavramını birbirine karıştırmış durumdadır. Artık hükümetin de 10 yıllık icraatlarının acı meyvelerinin toplandığı günümüzde yanlışlarından dönmesinin de zamanı gelmiş ve geçmektedir.
çözüm, insan bünyesiyle dost olan doğal beslenmeye geçilmelidir. Ekolojik bitki örtüsü, toprağı, güneşi, suyu Türkiye kadar müsait bir devlet bulmak zordur. üstelik insanımız tarım, çiftçilik ve hayvancılıkla meşguldür. Ancak günümüzde "ekipte mi zarar etsek ekmeden mi zarar etsek diye düşünülmektedir. Hayvancılık bitirilmiş, tarım bitirilmiş ve insanımız sağlığını kaybedecek noktaya getirilmiştir. "Yiğit düştüğü yerden kalkar.' Biz de yeniden tarımda ve hayvancılıkta kendine yeter konumuna gelmeliyiz. Kendi tarımımız desteklendiği zaman GDO'lu gıdalara ihtiyacımız kalmayacaktır. Bunun yolu Prof. Dr. Haydar Baş'a ait olan Milli Ekonomi Modeli'ni uygulamaktır. Bu tezin öngördüğü tarım projelerinden bazılarını şöyledir:
.Tarım ürünlerine getirilen tahditler kaldırılacaktır.
.Sosyal devlet tarımı kendi kendine yeter hale getirilecektir.
.çiftçi ürün alım garantisiyle doğrudan desteklenecektir.
.çiftçiden, planlı ve sürekli üretime katıldığı sürece vergi alınmayacaktır.
.ürünlerin fiyatı kooperatif ve müstahsil tarafından belirlenecektir.
.Devlet topraklarını çiftçisine sembolik ücretler karşılığı uzun vadeli kiralayacaktır.
.Tarım kesimi istediği ürünü istediği kadar üretecektir.
.Tarım arazilerine sanayi kurulmayacaktır.
.Pazarlama probleminde devlet derhal devreye girecek ve yeni pazarlar oluşturacaktır.
.Kuraklık, don, sel gibi doğal afetlere karşı, ürün sigorta sistemi getirilerek üreticilerin zararları karşılanacaktır.
.Stratejik öneme sahip tarım sektöründe yerli üretim, ithal ürünlere karşı gümrük duvarları yoluyla korunacaktır.
.çiftçiye devlet tarafından tohum, fidan, gübre ve ilaç konularında yardım edilecektir.
.çiftçilere sosyal güvenlik ve emeklilik hakkı verilecektir.