Bozacının şahidi şıracı: AKP hükümeti ve paralel devlet yapılanması (PDY)

Bozacının şahidi şıracı: AKP hükümeti ve paralel devlet yapılanması (PDY)

Bozacının şahidi şıracı: AKP hükümeti ve paralel devlet yapılanması (PDY)

 Hükümet içerisindeki çatlak ve devletin içindeki paralel yapılanmaya karşı verilen kavga, birçok yanlışın da gün yüzüne çıkmasına sebep oldu.

Bunların en önemlilerinden bir tanesi de ‘dinlerarası diyalog’ çalışmalarının milletin sırtına saplanmış ne büyük bir hançer olduğunun ikrar edilmesi oldu.

Dinlerarası diyalog projesi Vatikan’ın, Müslümanları İslam dininden uzaklaştırma ve Hristiyanlaştırma projesidir. İslam’ın iman esaslarını tahrip etmeyi hedef alır. Özellikle Allah (CC) inancı ve efendimiz Hz. Muhammet’in peygamberliğinin göz ardı edilmesi üzerine bina edilmiştir.  Neticede Hristiyan ve Yahudilerin de kurtulmuş olduklarını iddia etmeye kadar gidilmiştir.

AKP hükümeti maalesef hükümetlerinin ilk yıllarından beri bu yanlışın içindedir. Hatta devlet imkânları ile değişik isimler altında İslam inancının tahrip edilmesinde hep el tutan oldu. 

12 Nisan 2008 tarihli resmi gazetede, başbakanlık kaynaklı 26845 sayılı ‘medeniyetler ittifakı ulusal planı’ genelgesini açıp okursanız ne demek istediğimiz bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmış olacaktır.

Medeniyetler ittifakı, dinlerarası diyalog veya ılımlı islam batının ülkemiz dahil İslam ülkelerini işgal projesidir.

İşte ülkemizdeki derin yapılanmayı dizayn eden haçlı batı, operasyonel gruplara görev vermiştir. Bunun adı dönem dönem siyasidir, cemaattir, muhalefettir, basın - yayındır, hacıdır, hocadır. Kısacası hangi sıfatı taşırsa taşısın, medeniyet ve kültür anlayışımız ile taban tabana zıd olan köklerimize kibrit suyu döken oluşumları iyi tanımamız gerekir.

Maalesef milletimiz bu tehlikeyi görmemiş veya görmek istememiştir. Bazıları tarafından şuurlu uygulanan bu proje, bazıları tarafından da hadisi şerifte tanımlanan din tacirleri eliyle olmuştur.

(“Birçok kimseler azıcık bir dünyalık karşılığında dinlerini satarlar” Tirmizî: 2196)

Yurt içinde dinlerarası diyaloğu hükümet politikası haline getiren sayın başbakan bu yanlışını uluslararası platformlara kadar taşıdı. Erdoğan’ın edeniyetler ittifakında eş başkanı İspanya başbakanı Jose Luis Rodrigues Zapatero idi.

Bu paralelde o kadar çok yanlış yapıldı ki…

Sayın Erdoğan besmele ile kilise kurdelesi kesmeye kadar işi vardırmıştı. Hatta Lozan’ı delme uğruna azınlıklara haklar veriyordu.

Sayın başbakan ve kabinesinin dinlerarası diyalog konusunda yaptığı yanlış uygulamaların haddi hesabı yoktur. Erdoğan daha AKP’nin ilk seçime girdiği 2002 yılında, Of’ta yaptığı konuşmada “Türkiye’de 30’a yakın etnik grup ve 4 hak dine mensup herkesi kucaklıyoruz” demiştir. Aslında bu cümle iktidarı boyunca yapacakları konusunda bazı mahfillere hitaben söylediği şifre bir cümleydi.

Gelelim Fethullah Gülen cemaatine…

M. Fethullah Gülen / Rabb'in aciz kulu / 9 Şubat 1998 imzasıyla bizzat el etek - öpülerek Vatikan’da papaya takdim ettikleri mektupta geçen kritik ifadelerden bir tanesi şudur.

"Papa 6. Paul Cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinlerarası Diyalog için Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz. En aciz bir şekilde hatta biraz cüretle, bu pek kıymetli hizmetinizi icra etme yolunda en mütevazi yardımlarımızı sunmak için size geldik"

Cemaat, bu tarihten önce ve sonra bu paralelde birçok icraate imza atmıştır.

Elbette bu yapılanlar gayretullaha dokunacaktı.

Oysa Sayın Prof. Dr. Haydar Baş AKP’nin kuruluş günlerinde bizzat sayın Tayyip  Erdoğan’ı, dinlerarası diyalog tehlikesine karşı uyarmıştı.

Sayın Baş daha önceden de Fethullah Gülen’i de İslam inancına uymayan tavır ve davranışlarından dolayı ikaz etmişti. Dinlerarası diyalog ve değişik isimli benzer projeler dini olarak görülse de temelde dini bütünlüğümüzü tahrip ederek milli bütünlüğümüzü bozmaya yöneliktir. Bu konu doğrudan milli güvenlik meseledir.

Şimdi gelelim asıl söylenmesi gerekene.

Gülen’in, papa ziyaretinden bir hafta önce sayın Prof. Dr. Haydar Baş bey, Fethullah Gülen’e elden bir mektup ulaştırır. Mektuptan bazı alıntıları paylaşmak istiyorum.

“Bu mektubu, hem bir istişare maksadıyla hem de bir mükellefiyetin gereğini yerine getirmek üzere yazıyorum. 

Zat-i âliniz ve hizmet camianızla ilgili olarak kamuoyunda tartışılan, medya yoluyla aleniyet kazanan ve aşağıda bir kısmına temas edeceğim hususlarda, inancımız, yolumuz İslam adına ciddi endişelerim hâsıl olmuştur.

iftar sofrasında bir Hıristiyan temsilciye dua ettiriliyor. Temsilci duasında teknik bir şekilde Allah Resûlü'nü tanımadığını ifade ediyor. "Ortak yanımız Allah-u Ekber’dir. Allah-u Ekber diyelim" diyor. Şimdi soruyorum; "Muhammed'ür rasûlullah" demeden, gerçek manada Allah-u Ekber demek nasıl mümkün olur? Belli ki bu demagojidir.

Ayrıca, Kaldı ki siz, ne bir siyasi lidersiniz, ne de İslam namına seçilmiş bir temsilcisiniz. Her iki halde de böyle badirelere düşmenin anlamı yoktur. Nitekim biz, devlet ve millet kucaklaşmasıyla milli bütünlüğü temine çalışıyor, mevzuat ve hukukun üstünlüğünü hayata geçirmeye gayret ediyoruz” diye de ekler.

Her iki mektuba okuyucularımız internet üzerinden ulaşabilirler.

Aradan geçen 15 yıl boyunca bu konuda Sayın Haydar Baş ve ekibi her platformda ve her ne pahasına olursa olsun mücadele vermektedir.

Sayın Erdoğan ve AKP hükümeti ve destekçileri neden bu güne kadar bu cinayetleri görmezden geldiler.

Şimdi kalkmış hükümet ve çevresi diyor ki, “Amerika, İngiltere ve İsrail'in merkezinde yer aldığı, Fransa ve Almanya'nın da işin içinde olduğu, bir ucunun Vatikan'a kadar uzadığı uluslararası bir komployla karşı karşıyayız. Türkiye'yi ılımlı İslam'ın bir sıçrama tahtası olarak görmek istiyorlardı.” güya AKP,  ılımlı islam’ı engelledi diye kendisine operasyon düzenliyormuş.

Şimdi bu yaşananlara gülelim mi, ağlayalım mı?

Burada hükümete düşen yanlışlarının kefaretini ödemesi, millete de düşen doğruyu görmeyenleri veya görüp de dilsiz kalanlara değil de, emaneti ehline yani Prof. Dr. Haydar Baş ve kadrosuna vermeleridir.