Büyük Taarruz ve Cumhuriyetin Kuruluşu: Zorlu Bir Mücadelenin Hikayesi
26 Ağustos'ta Türk milletinin kaderini değiştiren Büyük Taarruz başladı. Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün Başkomutanlığında Anadolu'yu işgalden kurtarma yolunda atılan en büyük adımlardan biriydi bu. O gün, Mustafa Kemal Paşa, Kocatepe'de sabahın ilk ışıklarıyla birlikte hiç beklenmedik bir zamanda ve yerde, Yunan kuvvetlerine karşı saldırı emrini verdi. Bu ani ve planlı saldırı, düşmanın beklemediği bir hamleyle karşı karşıya kalmasına neden oldu. Sonuç olarak ülkemiz işgalden kurtulmaya başladı. Bu tarihi günün yıldönümünü anarken, Türk milleti olarak gurur duyuyoruz.
Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde, ülkenin dört bir yanı adeta enkaza dönüşmüş, imparatorluk parçalanmış ve dağılmış durumdaydı. Padişahların, coğrafyayı ve halkı, kendilerine babalarından miras kalan bir mülk gibi görmesi, bu çöküşün hızlanmasına neden olmuştu. Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı'na gereksiz yere dahil olmuş, savaşın getirdiği yıkım ve ardında bıraktığı enkazla başa çıkamamıştı. Bu süreçte imparatorluk, Sevr Antlaşması ile tamamen parçalanmanın eşiğine gelmişti. Ülke işgal altında, kapitülasyonlarla çökertilmiş, halk yoksulluk ve çaresizlik içinde kalmıştı. Bütün bu olumsuzluklara rağmen, Türk milleti umudunu kaybetmedi. Osmanlı'nın son yıllarındaki bu karanlık tabloya rağmen, Malazgirt'ten itibaren Anadolu'yu yurt edinen Türk milletinin direnci ve azmi, tarih boyunca pek çok zorluğun üstesinden geldi. Haçlı seferlerinden Sevr'e kadar, Batı'nın üzerimize gelme girişimlerine karşı durduk ve sonunda Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde, bir millet yoktan yeniden var oldu. Büyük Taarruzun ardından kazanılan Başkomutanlık Meydan Muharebesi ile, İzmir'in kurtuluşu, Mudanya Ateşkesi ve nihayetinde Lozan Antlaşması ile yeni Türkiye'nin temelleri atıldı. Bu süreçte, Atatürk ve Türk milletinin gayretiyle Cumhuriyet kuruldu. Bu tarihi süreç, bizlere tarihin derinliklerinden bugüne uzanan bir direniş ve yeniden doğuş hikayesini anlatır.
Anayasa Değişikliği Tartışmaları
Günümüzde anayasa değişikliği üzerine yapılan tartışmalar, ülkemizin temel değerlerine ve demokratik yapısına yönelik ciddi endişeleri de beraberinde getiriyor. AK Parti’nin, anayasayı baştan sona değiştirebileceklerine dair açıklamaları, özellikle anayasanın ilk dört maddesi üzerine odaklanmış durumda. Bu maddeler, Türkiye Cumhuriyeti'nin temel niteliklerini ve varoluş sebebini belirleyen, değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek maddelerdir. Ancak son dönemde, bu değişmez maddelerin tartışmaya açılması, ülkemizin geleceği açısından büyük bir risk oluşturuyor.
Anayasa’nın birinci maddesi, Türkiye Devletinin bir Cumhuriyet olduğunu belirtir. İkinci madde ise Cumhuriyetin temel niteliklerini belirler. Üçüncü maddede ise Türkiye Devleti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğu, resmi dilinin Türkçe olduğu belirtilir. Bayrağımızın, İstiklal Marşı’mızın ve başkentimizin nitelikleri de bu maddede yer alır. Bu maddelerin değiştirilmesi, ülkemizin ulusal birliğini ve beraberliğini tehdit eder niteliktedir. Özellikle Türkiye Cumhuriyeti'nin bayrağının, dilinin ve bölünmez bütünlüğünün tartışmaya açılması, milli kimliğimizin altını oyar.
Bu bağlamda, AK Parti’nin anayasa değişikliği önerisi ciddi bir biçimde sorgulanmalıdır. Hangi ihtiyaca binaen bu değişiklik talep edilmektedir? Parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçerken vaat edilen ekonomik ve siyasi iyileşmelerin gerçekleşmediği bir dönemde, bu yeni değişiklik talepleri hangi gerekçelere dayanmaktadır?
Anayasa, bir ülkenin temel yasalar bütünüdür ve toplumun tüm kesimlerini kucaklayan, kapsayıcı ve koruyucu bir niteliğe sahip olmalıdır. Özellikle ilk dört madde, Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını ve devamlılığını sağlayan, toplumun huzur ve güvenini temin eden değiştirilemez maddelerdir. Bu maddelerin tartışmaya açılması, toplumsal huzuru ve milli dayanışmayı tehlikeye atar.
Ekonomik Bağımsızlık ve Milli Ekonomi Modeli: Türkiye'nin Çözümü
Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik zorluklar, milletimizin alım gücünü her geçen gün daha da zorlaştırmakta ve vatandaşlarımızın geçim sıkıntısını derinleştirmektedir. Bu durumun çözülmesi, toplumsal huzurun sağlanması ve refah seviyesinin yükseltilmesi için öncelikli adımlar atılmalıdır. Bugün toplumun farklı kesimlerinde huzursuzluk hâkimdir: İşletmelerde, akademik çevrede, hatta bireysel yaşamda bile bu huzursuzluk kendini göstermektedir. Eğer Türkiye, siyasi, askeri ve ekonomik olarak yükselecekse, bu yükselişi sağlamanın yolu akademiden başlamalıdır. Bilim insanlarımız ve akademisyenlerimiz hâlâ geçim derdiyle uğraşıyor, bir parça ekmek parasını düşünmek zorunda kalıyorlarsa, bu ülkede bilim üretmek mümkün olamaz. Ekonominin düzelmesi, geçim sıkıntısının ortadan kalkması, devletin sosyal devlet olma sorumluluğunu yerine getirmesi gerekmektedir. Devlet, vatandaşının geçimini teminat altına almalı, onların ekonomik güvencesini sağlamalıdır. Ancak bu nasıl başarılacaktır? Bu, mevcut yönetimlerle mümkün görünmemektedir.
Ekonomik bağımsızlık sağlanmadığı sürece, Türkiye'nin yükselmesi mümkün değildir. İnsanların alım gücünün artırılması, Türk lirasının bağımsızlığının korunması ve ülkemizin ekonomik olarak güçlenmesi için Milli Ekonomi Modelinin uygulanması zorunludur. Bu model, Rusya'da, Çin'de ve birçok ülkede başarıyla uygulanmış ve olumlu sonuçlar alınmıştır. Türkiye'de ise bu modeli uygulayacak olan parti, Bağımsız Türkiye Partisi'dir. Partinin lideri Hüseyin Baş ve kadrosu, bu modeli hayata geçirmek için hazırdır.
Bu noktada milletimize şunu belirtmek isterim: Anayasa değişikliği gibi konularla gündemin meşgul edilmekte ve kazanımlarımız elimizden alınmaya çalışılmaktadır. Böyle bir tuzağa düşmemek gerekir. Her parti, bu konuda delikanlıca çıkıp görüşünü net bir şekilde ortaya koymak zorundadır. Özellikle MHP başta olmak üzere tüm siyasi partiler bu konuda tavırlarını netleştirmelidir.
Sonuç olarak, Türkiye'nin çözümü, ekonomik bağımsızlığını kazanmasından ve Milli Ekonomi Modeli'nin uygulanmasından geçmektedir. Milletimizin refahı ve geleceği için bu gerçeği göz önünde bulundurmak gerekmektedir.