Deizm ve Dünya vatandaşlığı üzerine…
Ülke olarak yaşanan bu kadar kritik gelişmelere rağmen niçin bu kadar duyarsız olunabiliyor.
Bir mikrop insan bünyesine girdikten sonra önce kuluçka döneminden geçer, ardından hastalık ortaya çıkar. Bünye kendi imkânları ile hastalıkla mücadele eder veya dışardan destek verilerek hastalık alt edilmeye çalışılır. Gelişmelere göre başka hekimler ile konsültasyon yapılır, gerekirse daha gelişmiş servislere ve merkezlere hasta yönlendirilebilir. Bütün bunlar yapılırken aciliyet kavramı önemlidir. Hangi adım ne zaman atılacak, hangi işleme öncelik verilecek, bunlar iyi hesaplanır. Çünkü zaman altın değerindedir, aksi halde telafisi mümkün olmayan gelişmeler söz konusu olabilir; bu bir. İkincisi hastaya ve hastalığa gereken özen gösteriliyor mu; bu da önemlidir. Eğer hasta siz iseniz, en basit bir semptom ortaya çıktığında en yüksek seviyede ve bir an önce sorunu çözmek istersiniz veya sevdiğiniz yakınınız hasta olduğu zaman, aynı şekilde davranırsınız. Şayet semptomları, kliniği ortaya çıkmasına rağmen, gereken özeni göstermiyorsanız ya hastalığa inanmıyorsunuz veya hasta ile aranızdaki bağı bırakın niyetinizi sorgulamak gerekir.
Ülkemizde yaşanan sorunların haddi hesabı yoktur. Son dönemde ekonomik kriz ön plana çıktı. Milletin gündeminde Türk lirasının değer kaybı var. Her geçen saat daha da fakirleşiyoruz. Bazıları döviz yükselsin TL’nin alım gücü düşsün yeter ki vatan sağ olsun diyorlar. Bu insanlar ya paranın ne anlama geldiğini bilmiyorlar ya da vatan diye bir kaygıları yok. Bir devletin parası bayrağı gibidir. Her ikisi de bağımsızlığı temsil eder. Her ikisinin de imajı, bütün milleti bağlar. Bu bilinen anonim bir gerçektir. Sırça saraylarında otururken, bir eli yağda bir eli balda yapılan bu açıklamalar, ben menfaatimi bilirim anlamına gelir. Bu insanların bilmedikleri şey geminin göreceği her türlü zarar ve ziyan bütün kamaraları ilgilendirir, en lüks kamaralar bile olsa.
Peki, millet olarak niçin biz bu duruma düştük. Prof. Dr. Haydar Baş hocamız hemen hemen her fırsatta gusül abdestini anlatırdı. Hatta Trabzon lisesinde din dersi öğretmenliği dönemindeki hatıralarını anlatırdı. Bir gün sınıfta gusül abdestini soruyor, hayret edilecek şekilde öğrenciler bilmiyorlar. Utanmışlar diye kâğıda yazmalarını ister, en az 16 yaşında akıl baliğ olmuş çocuklar gusül abdestini bilmiyor. Aileden, okuldan, toplumdan öğrenmemişler, seviye bu. Bunun üzerine bu öğrencilerin babalarını işyerlerinde ziyarete gider, sohbet esnasında sözü gusül abdestine getirir bakar ki, aile de gusül abdestini bilmiyor. Ve eğitime ailelerinden başlar. Maalesef ülkemizin durumu budur. Hocamız TV programlarında, salon programlarında, konuşmalarında sözü gusül abdestine getirir. Gusül abdesti almanın ne kadar kolay olduğunu anlatırdı. “3 defa ağzına dolu dolu su vereceksin, 3 defa burnuna dolu dolu su vereceksin, başını baştan aşağıya hiçbir kuru yerin kalmayacak şekilde o temiz su ile yıkayacaksın” diye anlatırdı. Haydar hoca şunu söylerdi “komşularınıza, arkadaşlarınıza, kardeşlerinize sorun, uzağa gitmeye gerek yok göreceksiniz gusül abdestini kimse bilmiyor” derdi. Haydar Baş hocamız konuyu daha geniş olarak ele aldığı “Büyük İslam İlmihali: Namaz” eserini kaleme almıştır. Ayrıca, “Kaybolan değerlerimiz” konulu, yurt çapında panel serisi başlatmıştır.
Kaybedilen değerler sonucu her tarafımız çürümüş durumdadır. Çürümeye iki örnek verelim.
Birincisi deizm. Kendine göre bir Allah inancı olan, alemi ve insanı Allah'tan ayrı ve uzak gören bir anlayış bu. Bir başka ifade ile Allah'tan gelen habere ve habercilere inanmayan bir düşünce. Bu akım XVI. yüzyıldan itibaren hristiyan dünyasında başlamıştır. Hıristiyanlığın tahrif olmasının neticesi olarak yaşanan bir teolojik buhran sonucu ortaya çıkmıştır. Ekseninden çıkmış muharref incil’den kaynaklanan dini esasların bilim ve akıl ile çelişmesi sonucu ortaya çıkan akımlardan birisidir. Bu akımın Türk-İslam toplumu ile yakından uzaktan bir ilgisi yoktur. Fakat buna rağmen bizim kültürümüzde, özellikle gençliğimiz arasında deist inanç nasıl yer bulabilir. İşte bunun da sebebi, kaybolan değerlerimizdir. İnsanımız köklerinden kopmuştur, medeniyetimizden beslenememektedir.
Özellikle gençliğimiz arasında konuşulan bir kavramdan daha bahsetmek istiyorum. Dünya vatandaşlığı kavramını özellikle eğitimli gençler arasında duyabilirsiniz. Arkadaşımın oğlu tıp fakültesinde okuyor Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmaktan ziyade kendini dünya vatandaşı olarak görüyor. İhtiyaçlarına en iyi cevap verebilecek mekan olarak algılıyor, vatan kavramını. İnsanları ırk, renk, dil ve inanç ayrımı yapmadan onlardan biri olduğunu kabul etme fikri ve kimliği psikolojik ve sosyolojik sorunları peşinde getirecektir. İnternet ile iletişimin engel tanımaması ortak sosyal platformlar sonucu, dünya vatandaşlığı fikri daha da yaygınlık kazanmaktadır.
İşte deizmin bizim insanımız arasında yaygınlaşma sebebini de burada aramak gerekir. Başka inanç ve kültürlerin sorunları ve hastalıkları, kendi medeniyet anlayışından uzak insanımıza nüfus edebilmektedir. Anti milliyetçi, anti yurtsever bir kimlik ortaya çıktığı için, bu bir milli güvenlik sorunudur. Sosyal anlamda, aidiyet hissinin azalması kimlikte çözülme, kopma, bölünmeye yol açmaktadır.
O halde kaybolan değerlerimize yeniden ulaşabilmenin seferberliğini ilan eden Prof. Dr. Haydar Baş hocamızı çok iyi anlamalı, eserlerine sahip çıkılmalı ve izinden gidilmelidir.