Dış politikada 1 ileri 2 geri
Dış politika sıcaklığını korumaya devam ediyor. Doğu Akdeniz, Kıbrıs ve Ege’deki sorunlar, Avrupa Birliği’nin (AB) taraflı davranışları Azerbaycan - Ermenistan savaşı ve nihayet Filistin meselesi son günlerin ana konuları arasında.
Maalesef dış politikada bir ileri, iki geri adım atılmaya devam ediliyor. Bunun sebebi, dış politikada geçerli akçe olan gücü elimizde bulunduramayışımız. Güç derken, bu bir sahada sahip olunan güç değil, her sahada olunması gereken güçtür.
AB her fırsatta çifte standart uygulamaya devam ediyor. Rum ve Yunan tarafının bütün tezlerinin yanında yer alıyor, yetmedi ülkemizi bu konuda tehdit edecek kadar da ileri gidiyor. Peki, hükümet ne yapıyor? Acaba buradan üyelik sürecine yönelik bir olumlu gelişme olur mu diye bakıyor.
AB Komisyonu genişleme politikası kapsamında bir rapor yayınladı. Türkiye konusunda ise yine aba altından sopa gösterdi. Bir taraftan mülteciler konusunda övgüler yağdırıyor. 4 milyon insana ülkemizde bakıldığını ifade ediyor. Hatta bize dokunmayın demekle kalmıyor, söz sahibi de olmak istiyor. AB doğu Akdeniz, Kıbrıs ve Ege sorunlarında, Yunan ve Rum tarafını desteklemeye tam gaz devam ediyor. Ancak üyelik konusunda fasılları açmayı düşünmüyor bile.
Bu rapor bize göre hiç de sürpriz değil. Türkiye'nin üyelik süreci serüveni 1959’da başlamıştır. Tamı tamına 61 yıl. Sonuçta her türlü tavizi veriliyor ve beklemeye devam ediliyor. Oysa Prof. Dr. Haydar Baş hocamız 1987 yılında yani 33 yıl önce bizi AB’ye almazlar diye kesin hükmü açıklamıştı. İnat eden hükümetler hem kendileri kaybetti hem de ülkemize zaman ve imkan kaybettirmeye devam ediyorlar.
Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki savaşta Ermenilerin sivil hedeflere füze saldırısı ile savaş yeni bir boyut kazandı. Azerbaycan topraklarının %20’si işgal altındadır. Batılı devletler işgali kabul ediyorlar ancak 30 yıldan beri de Azerbaycan’ı oyalıyorlar. Dağlık Karabağ’da Ermeniler nüfus olarak belli sayıya ulaştığında yapacakları self determinasyon benzeri bir referandum ile bu defa işgal altındaki topraklar tamamen Ermenilerin olacak, diye bekliyorlar. Dolayısıyla zaman Azeri kardeşlerimizin aleyhine işlemektedir. Yine bir ateşkes imzalandı. Fakat hak yerini buluncaya kadar Kafkaslarda bu huzursuzluk bitmeyecektir.
Bir diğer konu, Türkiye Büyük Millet Meclisi genel kurulunda Lübnan'da konuşlu bulunan Birleşmiş Milletleri gücüne Türk Silahlı Kuvvetleri'nin verdiği destek süresi uzatıldı. Filistin konusu yine batının oyalama taktiği uyguladığı bir saha. Toprak sahibi olan Filistinliler cezalandırılırken, işgalci İsrail baş tacı ediliyor. Sözde İslam alemi Filistin davası üzerinden siyasi prim elde etmeye çalışıyor. Bugüne kadar alınan hiçbir tedbir sonuç getirmedi. Hatta son dönemde bazı Arap ülkelerinin İsrail ile anlaşması sürecin tersine gittiğini ve Filistin davasının güç kaybettiğinin göstergesidir.
Trump'ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etmesi ile süreç yeni bir safhaya girdi. Haydar Baş hocamız bu sürecin, bir maddi kazanım mücadelesinden ziyade dinler savaşına evrildiği tespitini yapmıştır. Hristiyanların ve Yahudilerin Kudüs konusundaki ortak tavırları inançlarından kaynaklanmaktadır. İnanç birliği temelinde güç birliği yaparak Müslümanları o topraklardan söküp atmak ve kıyamet savaşını başlatmak istemektedirler. Buna karşı tek çözüm vardır. O da Haydar Baş hocamızın projesidir. Mescid-i Aksa İslam aleminin başşehri olmalıdır, işte çözüm budur.
Batı ikili oynamaya devam ediyor. Yaptıkları üç maymunu oynamaktır. İşlerine geldiği gibi oynuyorlar. Politikaları duymadım, görmedim, bilmiyorum şeklinde devam ediyor. Ama bildiklerinden de bir milim şaşmıyorlar. Bütün bu yaşanan tecrübelere rağmen yanlış gidişat daha ne zamana kadar devam edecek acaba, pazara kadar mı mezara kadar mı?