Dış Politikanın Kırılma Noktası: Kıbrıs

Dış Politikanın Kırılma Noktası: Kıbrıs

Kıbrıs, Türkiye için yalnızca bir ada meselesi değil, ülkemiz güvenliği için stratejik bir bölgedir.  Kıbrıs konusu, kimi çevrelerin basitçe bir “toprak” meselesi gibi göstermeye çalışılsa da tarihin, siyasetin ve jeopolitiğin iç içe geçtiği çok katmanlı bir meseledir. 
Kıbrıs başta Yunanistan olmak üzere destekçileri gözünde “Enosis” demektir. Enosis, Yunan milliyetçiliğinin omurgasını oluşturan “Megali İdea”nın bir parçası olarak doğmuştur. Yani Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlama hayalidir. 1974 yılında Türkiye’nin meşru müdahalesiyle Enosis planı fiilen durdurulmuş, 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilan edilmiştir. Ancak bugün dahi, Türkiye karşıtı propaganda faaliyetlerini bu temel üzerine inşa etmektedir.
Burada kritik soru şudur: Yunanistan bu politikaları sadece kendisi adına mı yürütüyor, yoksa bir üst aklın vekâletiyle mi hareket ediyor? Bu sorunun cevabı tarih tarafından verilmiştir. Biz Millî Mücadele’yi kime karşı verdik? Evet, sahada karşımızda Yunanistan vardı. Ancak Yunanistan o savaşı kendi adına mı yürütüyordu? Elbette hayır. Başta İngiltere olmak üzere itilaf devletleri adına savaşıyordu. 1922’de Mudanya’da imzalanan ateşkes antlaşmasına bakalım. Türkiye’nin karşısında Yunanistan yoktu. Masada İngiltere, Fransa ve İtalya vardı. Çünkü savaşta aslında karşımızda onlar vardı; Yunanistan sadece vekâletini almış bir araçtı. Ve yenildi. İşte bugün de benzer bir tablo ile karşı karşıyayız. Yunanistan’ın Avrupa nezdindeki konumu nedir? Amerika ile ilişkisi nedir? Yunanistan, Batı'nın gözünde “yaramaz” ama “işe yarar” bir çocuktur. Türkiye ise aynı çevrelerce "yabancı", hatta gerektiğinde çevresi daraltılması, gücü kırılması gereken bir devlet olarak algılanmaktadır. Bu bir iddia değil, tarihin yazdığı açık bir tespittir. Bu nedenle, Yunanistan’ın Kıbrıs politikalarını sadece Yunanistan’ın kendi tercihleriyle şekillendirdiğini düşünmek safdillik olur. O masa, sadece Atina’dan değil; Brüksel’den, Londra’dan, Washington’dan da kurulur.
Dönelim kendi coğrafyamıza… Sovyetler Birliği'nin 1991’de dağılmasının ardından Türk Cumhuriyetleri bağımsızlıklarına kavuştu. Aradan geçen yıllar sonunda, 2009'da Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi kuruldu. Bugünkü adıyla Türk Devletleri Teşkilatı, siyasi, ekonomik, kültürel ve sosyal alanlarda iş birliğini artırma amacıyla kurulmuş bir yapıdır. Türkiye’nin öncülüğünde kurulan bu teşkilatın üyeleri arasında Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan gibi kardeş ülkeler yer alıyor. 2022 yılında ise Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, gözlemci üye olarak teşkilata dahil edildi.
Hükûmetin, dış politikada güçlü ve etkili olduğu yönündeki anlatılara sıkça şahit oluyoruz. Peki bu güç iddiası, sahada gerçekten kendini gösteriyor mu? Dönelim yine Kıbrıs’a...
Bugün Türk Devletleri Teşkilatı üyesi olan Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Kırgızistan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile diplomatik ilişkiler kurarak büyükelçilikler açıyor. Bu ne demek? Demek ki bu ülkeler, Rum tarafını “Kıbrıs Devleti” olarak kabul ediyor. Oysa biz, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni meşru devlet olarak tanıtmak için yıllardır uğraş veriyoruz. Ama bu tabloya bakınca, dost dediğimiz ülkelerin bile bizimle aynı çizgide durmadığını görüyoruz. Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği nezdinde “Kıbrıs” tek bir devlettir ve o da Rumların temsil ettiği devlettir. Bizim “Güney Kıbrıs Rum Yönetimi” olarak andığımız yapı, aslında uluslararası sistemde Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanınmaktadır. 1984’te Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin aldığı 541 ve 550 sayılı kararlar, KKTC’nin bağımsızlık ilanını geçersiz saymakta ve üye ülkelere KKTC’yi tanımamaları yönünde çağrı yapmaktadır.
Burada durup düşünmemiz gereken temel soru şudur: Madem dış politikada bu kadar güçlüyüz, madem her masada söz sahibiyiz, peki neden 40 yılı aşkın süredir bu adaletsiz kararın değiştirilmesi için tek bir girişim sonuç vermedi? Neden hâlâ Rum tarafı tanınıyor da bizim kurucu ortaklarımızdan biri olan KKTC dışlanıyor?
Daha da çarpıcısı, Türk Devletleri Teşkilatı içindeki bazı ülkeler, KKTC’yi yok sayan hatta işgalci kabul eden Rum tarafıyla ilişkiler kuruyor. Burada bir çelişki yok mu? Aynı dili konuştuğumuz, ortak alfabe kararı aldığımız, “bir millet, altı devlet” dediğimiz ülkeler bile, Rum tarafını muhatap alıyor.
Bu noktada dış politika sorumluluğunu taşıyanların kamuoyunu bilgilendirme yükümlülüğü vardır. Dışişleri Bakanlığı’ndan bir açıklama duydunuz mu? Türk Devletleri Teşkilatı Genel Sekreterliği’nden bu konuyla ilgili bir tepki geldi mi? Hayır. Ne yazık ki yok. Her şey sanki normalmiş gibi geçiştiriliyor.
Kısacası, hükümet bu noktada da algı yönetimiyle süreci perdelemeye çalışıyor. Oysa milletin gerçeği bilmeye, olan biteni sorgulamaya hakkı var. Çünkü bu millet, gün geldiğinde sandığa gidecekse, karşısına çıkan her adayı sadece vaatlerine göre değil, geçmişte yaptıkları ya da yapmadıklarıyla da değerlendirecektir.
Hükûmetin dış politika karnesi de ne yazık ki iç açıcı değil. Algı yönetimiyle cilalanan söylemler bir yana, sahadaki gerçekler her geçen gün daha da ağırlaşıyor. Özellikle Kıbrıs konusunda sergilenen tutum, Türkiye’nin güvenliği açısından ciddi kırılmalara yol açabilecek niteliktedir.