Ehl-i Beyt’in Şahsında Tarihle Yüzleşmek
Prof. Dr. Haydar Baş hocamızın öncülüğünde tertiplenen “Birlik ve Beraberliğimiz İçin Ehl-i Beyt” sempozyumu münasebetiyle yaptığım bir araştırmayı okuyucularımla paylaşmak isterim. Ehl-i Beyt'in şahsında tarihle yüzleşmek gerektiği; Alevileri nasıl algıladığımızı; Ayrılıkların hangi güçler tarafından istendiği; İslam dünyasındaki ayrılıkların faturasının ne kadar kabarık olduğunu; Günümüz de mezhep ayrılığının siyasi yönünü; Ehl-i Beyt birliğin adresi olduğu; Birlik olmazsa varlığımızın da devam etmeyeceğini ve çözümün adresini gündem edeceğim.
Her şey zıddıyla kaimdir. Sünni ile Şia arasındaki mevcut olan ayrılıkların temel sebebini analiz etmek gerekmektedir.
Tarihi hakikatleri ortaya koymak, Ehl-i Beyt'in hayatını gündeme getirmek, tarihle yüzleşmek gerekmektedir.
İşte bu yaklaşım, Ehl-i Beyt'i sevenlere iadeyi itibar, süregelen gönül kırıklığının da önüne geçecektir.
Hiç uzağa gitmeden kendimizi ve çevremizi sorgulayalım. Göreceksiniz ki Şia, Alevi, Caferi, Sünniler birbirlerini yeterince tanımıyor. Bırakınız tanımayı, birbiri hakkında eksik ve yanlış bilgilerle donatılmış durumdalar. İşin bir başka yönü, çoğunluk itibarıyla Sünniler de, Şia mensupları da maalesef dinimiz İslam'ı yeterince bilmemektedir.
İslam tarihinde peygamberimizden sonra Ehl-i Beyt ciddi anlamda mağdur edilmiştir. Emevi ve Abbasi'lerin uyguladıkları siyaset maalesef bu ayrılıkların temel sebebini teşkil etmektedir.
Hz. Fatıma anamız mağdur edilmiştir. O kadar kalbi kırılmıştır ki, cenazesine kimseyi kabul etmemiştir.
İmamı Ali mağdur edilmiştir. Ehl-i Sünnet kaynaklarında da beyan edildiği gibi Gadr-i Hum'da ilan edilen halifeliği kendisine verilmemiştir. Daha sonraki halifelik döneminde ise olmaz türlü entrikalarla karşılaşmıştır.
İmam Hasan zehirlenerek şehit edilmiştir.
İmam Hüseyin Kerbela'da susuz bırakılarak şehit edilmiştir. Hem de Fırat nehrinin kenarında olduğu halde.
Ehl-i Beyt mensupları niçin Orta Asya'da kendilerine vatan arama ihtiyacı hissetmiştir?
Ehl-i Beyt'in, dünyanın değişik yerlerine dağılmaları neticesinde, İslam'ın yayılması ve kendine vatan bulması da mümkün olmuştur.
Haksız uygulamalar o günden bu güne devam edegelmiştir. İşin acı tarafı sanki Alevilik (İmam'ı Ali'yi sevenler, onun taraftarı) olmak ile Sünnilik birbirinin karşıtı olarak gösterilmiştir.
İşte biz Türkler Ehl-i Beyt eliyle İslam'la müşerref olduk. Biz Türkleri, diğer Sünni milletlerden ayıran özellik Ehl-i Beyt'e olan sevdamızdır. Biz isim olarak hayattaki en değerli varlıklarımızdan olan çocuklarımıza hep Ehl-i Beyt'in isimlerini verdik.
Biz Türkler asekirullah olduk, hep mağdurun yanında yer aldık. Elbette tarihin bize yüklediği bir sorumluluk vardır. Şia ile Sünnileri bir araya getirecek olan da Türk milleti olması gerekirken bugün hangi safta duruyoruz, bölen tarafta mı, birleştiren tarafta mı?