Erken seçime mi gidiyoruz
Son günlerde ülke gündemi ekonomiye kilitlenmiş durumda. Dövizle yatıp dövizle kalkıyoruz. Öyle ya, dış dünyaya göbekten bağlı bir yönetim anlayışı ile başka türlü olması zaten mümkün değil. İç politikada, dış politikada, ekonomide bu kadar dışa bağımlı olunca, dolar sadece ekonomik değil aynı zamanda psikolojik kırılma noktası olan 10 TL'yi aşar. Üstelik nerede duracağı da belli değil.
Algı yönetimi ile bugünlere gelen hükümet artık algıyı yönetemiyor, çünkü ortaklıkta saf gerçeklik ve pür mağduriyet var. Akşama kadar algı bombardımanına tabi tutulan zihni kararmış vatandaş, markete girdiği zaman kafasını etiketlere çarpıyor ve kendine geliyor. Artık gelen zamların zamanlaması da değişti. Maliyetlerinin sürekli artması sonucu, ayakta durmanın mücadelesini veren üretici fiyat artırımına gitmek zorundadır. Bu ürünü alıp satan tacir tedarik esnasındaki maliyetlerini fiyatlara eklemek zorundadır. Peki, tüketici ne yapacak. İşte burada hükümet kendi yanlış politikalarının sonucu olan bu durumu örtbas yapmak için sübvansiyon uyguluyor. Ancak devletin ekonomik gücü bu katkıyı karşılayacak durumda değil.
Bugüne gelinceye kadar o kadar çok hatalar yapıldı ki… Bakın şu “yap-işlet-devret” mevzuuna. Devlet demek, hesap demek kitap demek, uzun vadeli plan ve program demektir. Hükümet maalesef yap-işlet-devret modeli ile devleti adeta cep delik cepken delik konumuna getirdi. Zamansız yatırımlara girdi. Sadece bir örnek vereceğim. İstanbul'daki Atatürk havalimanı niçin devre dışı bırakıldı. Şayet kapasite sorunu yaşanıyorsa etrafındaki uygun araziler de devreye konularak bu sorun aşılabilirdi. Olmadı burası kalır ayrıca ihtiyaca uygun bir havalimanı inşa edilebilirdi. Var olan havalimanları kendi aralarında katma değer üretebilir ve her biri farklı bir alanda ön plana çıkartılabilirdi. Oysa böyle yapılmadı. Atatürk havalimanı atıl bırakılarak yeni bir havalimanı inşa edildi. Devletin sırtına kocaman bir kambur eklendi. Vatandaş mağdur edildi. Hava ulaşımı ile zaman kazanmak isteyen vatandaş zora sokuldu. Madem hava yoluyla ulaşım istiyorsun o halde senin paran vardır yaklaşımı ile ek maliyetler devreye girdi. Bunun gibi daha birçok ek sorunlardan bahsedebiliriz. Aslında bütün yap-işlet-devret modeli ile inşa edilen her ne varsa masaya yatırılmalıdır. Siyasete buradan bir çağrı yapalım. Gelin bu konu mecliste bir araştırma konusu haline getirilsin. Görülecektir ki, balık baştan kokmuştur. Bu konuyu niçin gündeme getiriyorum. Demek isterim ki, bugün yaşananlar dün ekilmiş tohumların acı meyveleridir. Bütün bu yaşadıklarımız 20 yıldan beri devleti yöneten AKP hükümetinin karne notlarıdır.
Görülen o ki hükümet bir başka ifade ile cumhur ittifakı bir baskın seçime gitmek istiyor. Algıyı derinleştirip sandığı milletin önüne koyacak. Oysa bütün maliyet en son gelir tüketiciyi bulur. Seçmen ise tüketicinin ta kendisidir. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın hükümet kısır döngüye girmiştir. Ekonomideki kötü yönetimin faturası olan zam, ceza ve vergi er geç tüketiciye ulaşıyor. Gıda maddelerine zam, harçlara zam, gübreye zam, arabaya, telefona zam, akaryakıta zam, LPG'ye zam; her şeye zam hatta bir kere daha, bir kere daha zam derken millet zam şaşkını durumuna geldi. Hükümet ise çok pişkin diyor ki biz ekonominin kitabını yazdık. Doğru bu farklı bir durum ve sadece bu iktidar ve sadece bizim ülkemizde farklı bir kitap uygulamasıdır bu yapılanlar. Olsa olsa bu kitabın ismi 'ekonominin hazin sonu' olur. Hükümete kalırsa kitap yazmaya devam edecek. Ancak kalemin mürekkebi artık kalmadı. Üstelik bu mürekkebi satacak esnafta da mürekkep kalmadı.
Prof. Dr. Haydar Baş hocamız genel seçimlerden sonra ülke zifiri karanlık döneme girdi demişti. “Evladım ben söylenmesi gereken her şeyi söyledim” diyerek tarihe not düşmüştü.
Evet, şahidiz her şeyi söyledi, çözümü de…