Geçmişten Günümüze Milli Mücadelede Mutasavvıflar

Geçmişten Günümüze Milli Mücadelede Mutasavvıflar

Anadolu Selçuklu ve Osmanlı Devletinin kuruluşunda Türkistan’dan Anadolu’ya göç eden gönül ehli alperenlerin hizmetlerini hepimiz biliriz.

Milletlerin zor zamanlarında daha çok ortaya çıkan ve toplumları tekrar inşa eden bu gönül ehli insanları, Osmanlının kuruluş yıllarında olduğu gibi çöküş yıllarında da görmeye başlayacağız.

Milli mücadele her açıdan zor yıllardı. Osmanlı dağılmış, ordular terhis edilmiş, vatan toprakları işgal edilmiştir. Halk fakr-u zaruret içindedir. Eli konu kırılmış vaziyettedir. Özellikle 2. Mahmut döneminden beri iç çatışmalar yaşanmaktadır; devlet ve milletin arasına kara kedi girmiştir. Halk yaşanan savaşlarla kırılmıştır. Kapitülasyonlar, azınlıklıklara tanınan haklar, milleti iyiden iyiye güçsüz bırakmıştır. Ancak koşullar ne kadar olumsuz olursa olsun, milleti kurtaracak olacak olan da yine milletin kendi mücadelesi olacaktı.

Atatürk

Mondros ateşkes anlaşması ile Osmanlı devletine fiili olarak son verilmiştir. Yunanlılar 15 Mayıs 1919 da İzmir'i işgal etmişlerdir. Atatürk ün Samsun’a çıkışı ise 19 Mayıs 1919 tarihidir. Mustafa Kemal Atatürk toplumu çok iyi tanımaktadır. "Türk milleti, Allah'ın inayetine güvenerek hayatını kurtarmaya, yaşamak hakkına malik olduğunu dünyaya göstermeye azmettiği gün, bütün vesaitten mahrum, yalnız iman aşkı ve istiklal kuvvetine malik idi" Atatürk’ün bu sözü, Kurtuluş Savaşı koşullarını ve sahip olunan gücü ortaya koymaktadır.

1. Hayat ve yaşam hakkı tehlikededir.

2. Hiçbir imkân yoktur.

3. Var olan Allah’ın inayeti, iman aşkı ve istiklal kuvvetidir.

İşte Milli Mücadelenin özeti bu cümlede gizlidir.

Mustafa Kemal Atatürk’ün en büyük başarısı İslam ile Kuvay-ı Milliyeyi bir bütün halinde bütünleştirmiş ve bunu halka mal etmiştir.

Mutasavvıflar Milli Mücadelenin Hem Ruhu Hem Cesedi Olmuşlardır

19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkan Mustafa Kemal Paşa'yı Anadolu'da ilk karşılayanlar din adamlarıdır. Kongrelerde Mustafa Kemal ile mandaya karşı çıkan yine din adamlarıydı. Din adamları cami kürsüsündedir, meydanlarda halkla birlikte olmuştur, bizzat yurt savunmasında yer almıştır. Bazıları da mücadelesine TBMM’de devam etmiştir.

Kurtuluş savaşı yıllarında Özbek tekkesi çok önemli faaliyetlerde bulunmuştur. Özellikle İstanbul’dan Anadolu’ya görevlilerin ve mühimmatın gönderilmesinde kilit rol almıştır. Gerek haberleşmede, gerekse istihbarat toplamada da verimli çalışmalar yapmıştır.

Mevleviler Balkan Savaşlarının ortaya çıktığı dönemlerde Rumeli’den Girit’e kadar, tüm Osmanlı coğrafyasında organize olarak savaşta gerekli olan lojistik, ikmal, koordinatörlük ve hastane ihtiyaçlarını büyük oranda karşılamıştır.

Kurdukları zikir meclisleri ile askerin moralini yükseltirken, diğer taraftan da barınma, iaşe işlerini yerine getirdiler.

I. Dünya Savaşında ateş hattında bulunmaktan çekinmeyen dervişler, milli mücadele yıllarında da silah altına girmekten ve kuvvacıları desteklemekten çekinmediler. Mustafa Kemal ve Temsil Heyeti Ankara’ya geldikleri sırada Seymen Alayının hemen arkasında Ankara'da bulunan muhtelif tarikatlara mensup dervişler sıralanmışlardı. O zamanlar Ankara'da faaliyette bulunan Kadiri, Rufai ve Mevlevi Dergâhları, Hacı Bayram Müridleri, ahiler (evhadiye tekkesi) ve Ankara Bektaşileri kendilerine verilecek emirleri uygulamak için bekliyorlardı.

Milli Mücadelenin hazırlık döneminde de boş durmayarak halkı teşkilatlandırmışlar, milli mücadele hakkında işgalcilerin ve yerli işbirlikçilerinin olumsuz görüşlerini arındırmaya çalışmışlardır. Isparta Müdafa-i Hukuk Cemiyeti'nin Başkanı Mevlevi Şeyhi Ali Dede, Konya Mevlevihanesi Postnişini Abdulhalim Çelebi ve bunlara eklenecek yüzlerce gönül ehli insan tamamıyla milli mücadelenin ve bağımsızlık savaşının yanında yer almışlardı. Milli mücadele yıllarında gözünü budaktan ayırmayan mana adamları devletin yönetilmesinde de geri durmamışlardır; I. Mecliste Konya Mebusu olan, Abdulhalim Çelebi, Mustafa Kemal Paşa ilk Meclis'in Başkanı seçildiğinde, Meclis'in 2. Başkanı olarak tarihteki yerini almıştır.     

Kuvâ-yı Milliye Hareketini destekleyen ve bağımsızlık mücadelesinde ön saflardan ayrılmayan şeyhleri, milli mücadelenin meşrulaştırılması, halkın ve maddi kaynakların seferber edilmesi konusunda da öncülük görevlerini üstlenmişlerdir.

Tarikat Şeyhleri, bir taraftan savaş için gerekli halk desteğini sağlayan konuşmalar yapmış, mevlitlere katılmış, mevlitler düzenlemiş; diğer taraftan da Ankara’da kurulmuş olan Millet Meclisiyle halk arasında köprü görevini üstlenmiştir. Savaş kazanıldıktan sonra da devletin istikbali ve toplumun refahı için çalışmışlardır. Aynı zamanda TBMM’ye milletvekili olarak seçilmiş orada da hizmet etmişlerdir.

Gönül erleri, devletin kuruluş yıllarında aktif oldukları kadar belki de daha çok devlet zaafa uğradığı zaman devreye girerek devlet ve milletin muhafazası için çalışmışlardır.

Alevi –Bektaşiler Milli Mücadelenin Merkezinde Yer Almışlardır

Milli mücadele yıllarında alevi ve Bektaşi din adamlarının bizzat Kuvayı milliyenin içinde olduğunu görüyoruz. Aynı zamanda Bektaşi tekkeleri, kurtuluş savaşının teşkilatlanmasında önemli katkıda bulunmuşlardır. Kurtuluş savaşı boyunca Alevi ve Bektaşiler hep mücadelenin içinde olmuşlardır.

Atatürk ve temsil heyeti Erzurum kongresi dönüşünde Ankara’ya uğramadan evvel 23 Aralık 1919 da Hacıbektaş’a gelirler. Cemalettin Çelebi Efendi, Mustafa Kemal paşayı Bektaşlar mevkiinde karşılar. Akşam Alevi - Bektaşi gelenekleri doğrultusunda Mustafa kemal paşanın şerefine bir cem töreni düzenlenir. Cemalettin çelebi ve Atatürk başbaşa görüşmeler yaparlar. Bu görüşmede kurulacak yeni devletin adının ‘Türkiye Cumhuriyeti’ olmasına birlikte karar verirler.

Görüşmeden sonra Cemalettin Efendi yayımladığı bir bildiriyle tüm Alevi – Bektaşileri, Mustafa Kemal paşaya destek vermeğe çağırır.

Milli Mücadelenin Karşısında Olan Din Adamları

İslam’ın özüne vakıf olamayan sözde din adamları saltanat taraftarı ve milli mücadeleye karşı durmuşlardır. Milli mücadele veren Atatürk ve dindar Anadolu halkı dinsizlikle itham edilmiştir. Benzer kişiler, İngiliz Muhipler Cemiyeti, Kürt Teali Cemiyeti ve İttihat-ı İslam gibi cemiyetlere dâhil olup, Osmanlıyı çökerten cübbeli, sarıklı etnik ayrımcılardan olmuşlardır.
 …

Kurtuluş savaşı yıllarında bazı din erbabının milli mücadelenin yanında bazılarının da karşısında olduklarını görüyoruz. Dün ne ise bugün de yaşanan odur. Burada özde mutasavvıf ve sözde mutasavvıf kavramlarını iyi algılamak gerekir. “Dervişlik dedikleri hırka ile taç değil / Gönlün derviş eyleyen, hırkaya muhtaç değil“ Bugün de dini istismar edip bizzat dine saldıranlar yok değildir.

Din adına fetva veren cübbeliler ve şalvarlılar dünde vardı bugün de vardır.

Tasavvufu ve dini hırkadan ibaret görenler ve gösterenler millet ile din arasında bir duvar teşkil ettiler.

Hacı Mustafa Hayri Baba Hz (k.s.) İstiklal Savaşı Mücahitlerinin Yanındadır

Mustafa Hayri Efendi rüştiyeyi bitirdikten sonra Harbiye’ye devam eder. Fakat subay olmasına az bir süre kala 1. cihan harbi patlak verir. Bu savaşta kendine harita memurluğu görevi verilir.

Savaşın ilk senesi harple ilgili birtakım evrakın Medine-i münevvere’ye ulaştırılması gerekir. Son derece tehlikeli olan bu vazifeyi, Resullulah’ı ziyaret etme arzusuyla Mustafa Hayri efendi gönüllü olarak üzerine alır. Bir Arap kabilesinin eline esir düştüğü ve iki defa ölüm tehlikesi atlattığı halde sağ salim Medine-i münevvere’ye ulaşan Hayri efendi burada birçok kez Allah resulünü ziyaret etmiş ve bu ziyaretlerde yaşamış olduğu manevi iklimi Resulullah efendimiz için söylediği şu sözleriyle ifade etmiştir. "güneşin ziyası onun yanında çok sönük kalırdı.

Hayri baba, İstiklal savaşı mücahitlerinin yanındadır. Kendi ifadesi ile ‘şeyhler mücadeleyi hep desteklemişlerdir.’ Şeyhi Hacı Muhammed baba ile birlikte maneviyat erleri ile birlikte hareket etmişlerdir.

Tasavvuf erbabı olarak Hayri baba hazretlerinin eli karda gönlü yardadır.

Tasavvuf erbabı hayatın içindedir. Halk içinde hakla beraberdir. Abdulkadir Geylani hazretlerinin eserleri incelendiğinde de doğrudan insanı muhatap aldığı ve ona kendinden bahsederek Allah'a sevk ettiği görülür. Onlar halkı, hakka taşıyan mürebbilerdir.

Günümüzde Milli Mücadele Yeniden Yaşanmaktadır

Ülkemiz toprakları üzerinde batılıların emelleri bitmeyecektir. Bunun dini, ekonomik ve sosyal sebepleri vardır. Batının Şark meselesi, Arzu Mev’ud ve bunun sonucu olarak Büyük İsrail idealleri günümüzde de devam etmektedir. Sermayeyi, basın ve yayını, dünya siyasetini elinde bulunduran emperyalistlerin çalışmaları ile dünya karışmış durumdadır. Vatanımızın bütünlüğü tehdit altındadır.

Bugün her türlü menfaat duygusundan uzak, vatan sevgisini imandan bilen, Allah rızasını hayatının gayesi bilen insanlara ihtiyaç vardır. Bu örnek insan nasıl yetiştirilecek. Bu sorunun cevabı, nefs terbiyesi ve ruhun yüceltilmesi olan tasavvufi eğitim ile mümkündür. İbadet burağı ile iç yolculuğa çıkarak Allah’ın rızası elde edilebilir. Aksi halde İslam bir ideoloji olarak anlaşılır ki, dünde bugün de milli mücadelenin ruhunu anlamayan ve milli mücadeleye karşı çıkan güruh ortaya çıkmış olur..

Hayri babanın en büyük eseri yetiştirmiş olduğu Prof. Dr. Haydar Baş beydir. Günümüzde yeniden Kuvayı milliye hareketini başlatan üstatta gördüğümüz, milli duyguları ile dini duyguları bir bütün halde yaşaması ve yaşatmasıdır. Mustafa Kemal Atatürk dönemindeki bu duygu bütünlüğü, bugün hoca Atatürk olan Haydar Baş Bey de görülmektedir.

Hayri babanın yolunda yetişen talebeler olan Celal Mısır, Baki Bektaş, Ali Gedik, Engin Çamurdan, Lütfullah Dereci ve daha nice merhum gönül erenleri bu milli mücadelenin öncü şahsiyetleri olmuştur. Hiçbir mevki ve makam beklentisi olmadan sadece Allah rızası için mücadele etmişlerdir.

İmanlarından aldıkları güçle hiçbir kınayıcının kınamasından çekinmemişlerdir.

Bu insanlar, İslam’ın güzelliği, tasavvufun gönül zenginliği, Allah rızasını her beklentinin üstünde tutma hasleti ile zirveyi temsil ettiler.

Sadece kendileri değil, ulaşabildikleri her kesime bu güzelliği yaşattılar.

Vatan, millet, devlet, ordu, bayrak, sancak sevgisini yaşadılar ve yaşattılar.

Sonuç

“Milletimizin içinde hakiki ve ciddi ulema vardır. Milletimiz bu gibi ulemasıyla müftehirdir” diyen Atatürk’ün ölümünden 15 gün kadar önce bütün Müslümanlara gönderdiği şu mesajı da hatırlamak gerekir: “Bütün Dünyanın Müslümanları Allah’ın son Peygamberi Hz. Muhammed’in gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmeli. Tüm Müslümanlar Hz. Muhammed’i örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli; İslamiyet’in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli. Zira ancak insanlar bu şekilde kurtulabilir ve kalkınabilirler.”1

Halkımızın ülkemizde yaşanan ihanetleri görebilmesi, yanlış ve doğruyu birbirinden ayırt edebilmesi için peygamberimizi örnek alması, Ehl-i beytin nefesi ile dirilmesi gerekmektedir. Gönül âleminin ıslah edilmesi ile vatan sevgisini gerçek anlamda yaşayabilmesi mümkün olacaktır.

Kural dün böyleydi, bugün de böyledir.

Kaynaklar:

“Atatürk ile Allah Arasında”, Sinan Meydan

“Milli Mücadelede Din Adamları”, Diyanet Yayınları