'Gezi Parkı' Sorunlar ve Çözümlerin Analizi
‘Gezi Parkı’
Sorunlar ve Çözümlerin Analizi
Ülkemiz tarihine adını şimdiden yazdıran ‘Gezi Parkı’ eylemleri ile başlayan süreç birçok açıdan değerlendirilmelidir. Genel geçer kuraldır, önce teşhis koyacaksınız, sonra tedavisini yapacaksınız.
Sürecin başlangıcı, İstanbul Taksim Gezi Parkındaki ağaçların kesilmemesi için parkta nöbet tutan gençlere seher vakti düzenlenen operasyon ile başlamıştır. Uygulanan orantısız güç toplumun kendini koruma refleksini harekete geçirmiştir.
Bu sosyal patlamada, ‘gezi parkı’ bardağı taşıran son damla olmuştur. Gelişmeler kimsenin tahmin etmediği bir zamanda ortaya çıkmıştır. Direncin toplumun bütün katmanlarına dalga dalga yayılması da beklenenin ötesinde olmuştur. Oluşan bu dalgadan istifade etmek isteyen güçler olabilir. Ancak halk ısrarla bunları içinde barındırmamaya çalışmaktadır. Direnişin temel argümanı, Türk bayrağı ve Atatürk posteri olmuştur. Her görüşten insanlar eylemlere destek vermektedir.
Sosyal Patlamanın Sebepleri
Eyleme katılanlara sorulduğunda her biri AKP’nin farklı bir icraatından rahatsız olduğu için sahada olduğunu ifade etmektedir. Başlıca sebepleri burada ifade edelim.
PKK ile yıllarca süren mücadele bir çırpıda yok sayılmış ve terörle müzakere başlamıştır. Terörist başı başköşede barış elçisi olarak kabul edilmiştir. Hükümet eliyle devletin diz çökmesi anlamına gelen bu süreç millete analar ağlamasın diye pazarlanmıştır. ‘T.C.’ Türkiye Cumhuriyeti ifadesi, devletin kurumlarından kaldırılmak istenmiş ve bunun adına ‘barış süreci’ denmiştir. İnsanımızın elindeki Türk bayrağı kışkırtma aracı olarak kabul edilmiş açılmasına müsaade edilmemiştir. PKK’yı gücendirmemek için devlet eliyle yapılan bu hareket barış sürecinin Türk milleti için bir tasfiye hareketi olduğunu göstermiştir. Bunlar hep cami duvarını pislemişlerdir. Hristiyan ve Yahudiler rahatsız olmasın diye Allah'ı gücendirmeyi tercih ederek Cuma hutbelerinden ‘Allah indinde tek din İslam’dır Ayet-i Kerimesini yasaklamışlar.
AKP başa gelinceye kadar memlekette terör sorunu neredeyse sıfırlanmıştı. Halkımız kendini Türk milleti kabul ederdi. Hükümet zoru başarmış, vatandaşımız, Türk şemsiyesini terk edip etnisiteyi ilk plana almıştır. Kimlik dejenerasyonu ‘insan hakkı’ olarak lanse edilmiştir.
Utanmadan ve yüzleri kızarmadan milletin gözünün içine baka baka IMF’ye borcumuzu ödedik diye reklam yapıyorlar. Gerçek rakamlar, 200 milyar dolar olan iç - dış borç toplamı bir trilyonu doları aşmıştır. Kamu kuruluşlarının elden çıkartılması bunun cabasıdır. Bırakın devleti tek tek millet de borcun içine batmış durumdadır. Geçimini temin edememektedir.
Memlekette askeri vesayet var mücadele verenler, askeri devre dışı bırakmayı, pasifize etmeyi başardılar. Bunun ardından askeri de aratacak sivil vesayeti başlattılar.
Orantısız Güç Uygulanması Eylemleri Körüklüyor
Başbakan Erdoğan, daha önce yaptığı konuşmasında bu alanda alışveriş merkezi yapacaklarını ifade etmiştir. Önce kararında ısrarcı davranan hükümet, eylemlerin dalga dalga yayılması üzerine sözde geri adım atmış gibi görülse de esasında kararındaki ısrarını sürdürmektedir.
Bu hareketin en önemli özelliklerinden bir tanesi kanun dışı hiçbir yola başvurmamış olmalarıdır. Anayasanın 34. maddesi toplantı ve gösteri yürüyüşünü düzenleme hakkı konusunda, “herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir” demektedir. İşin ilginç yanı toplanan gençlere terörist muamelesi yapılmasıdır.
Muaviye Siyaseti Uygulanıyor
Sayın Erdoğan, halk direnişiyle başa çıkmak için tartışma zeminini dini sahaya çekmeye çalışmaktadır. Güya aktivistler millet değil, dinle herhangi bir ilgileri yok, hatta dine karşı bir duruşları varmış gibi algı oluşturmaya çalışılmaktadır.
Tayyip Erdoğan’ın Samsun mitinginde söyledikleri yenilir yutulur cinsten bile değildir.
"Biz metanetle, itidalle, duayla direniriz. Onlar milyonlarca tweet atsınlar bizim tek bir besmelemiz yeter"
"Onlar yakıp yıksınlar, bizim tek bir 'La Havle'miz bütün tuzağı bozar."
"Onlar camilere ayakkabıyla girsinler, başörtülü kızlarımıza dil uzatsınlar. Bizim milletimizin bir kez "Ya Allah, Ya Fettah" demesi yeter."
Bu ifadeler Sayın Erdoğan’a aittir. Erdoğan da bilmektedir ki, tweet atanlar da besmele çekerler, kandil gecesi ortaya koydukları islami tavır herkesin gözü önünde cereyan etmiştir. Onlar da bu milletin bir parçasıdır. Direniş toplumun bütün kesimlerine yayılmıştır. Bunları din içi din dışı şeklinde guruplara ayırmak son derece yanlıştır. Onlar yakıp yıksınlar diyen başbakana sormak gerekir. Bunların ellerinde karanfil olduğu halde toplanmaları ile yakmanın yıkmanın ne ilgisi olabilir. Aktivistlerin attıkları tweetler dine karşı değildir, AKP iktidarına karşı atılan tweetlerdir. Önce çevreciler bu eylemleri yapıyor, biz onlardan daha çevreciyiz diyen başbakan meseleyi örtbas edemeyince şimdi de din istismarına giderek toplumda dini ayrımcılık yapmaktadır.
Ellerinde karanfillerle anayasal haklarını kullanmak üzere Taksim'de toplananlara polislerin savaşa gidiyor gibi ALLAH ALLAH diye saldırması sürecin ne kadar tehlikeli noktalara sürüklendiğini göstermektedir.
İktidarın ilk günden itibaren din diye bir derdi olmamıştır. Avrupa Birliği istedi diye Cuma hutbelerinden ‘Allah indinde tek din İslam’dır’ ayetini kaldıran AKP hükümetidir. Zinayı suç olmaktan çıkartan AKP hükümetidir, besmele ile kilise kurdelesi kesen de yine AKP hükümetidir. Hükümetin dini sahadaki yanlışları sadece ameli olmayıp toplumun itikadını bozan icraatler yapmaktadır.
İktidarının ilk gününden itibaren Erdoğan’ın rehberi Muaviye-Yezid-Mervan'dan başkası değildir. 657 tarihinde Muaviye ile Hz. Ali arasında ‘’Sıffin Savaşı’’ yapılır. Muaviye’nin ordusu tam yenilmiştir yenilmesine ama Muaviye ‘’Mızraklarınızın ucuna Kuran ayetlerinin bulunduğu sayfaları takın’’ emrini verir. Bu manzara karşısında Hz. Ali’nin askerleri ’’Kuran’a kılıç çekilmez’’ deyip savaşmazlar. İşte Tayyip Erdoğan’ın varmak istediği sonuç budur.
Prof. Dr. Haydar Baş’a Niçin Saldırıyorlar?
Son günlerde yalan dolan ve iftiralarla BTP Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş beyin üzerine gitmelerinin sebebini hiç düşündünüz mü? Ülke tehlikeli şekilde kamplara bölünürken, sayın Baş attığı tweetlerle birliği temine çalışıyor. Sayın Baş’ın bu süreçte attığı tweetler hep yol gösterici olmuştur. Bakın iki örnek verelim.
“Gençliğe dinsiz, saygısız, bir şeyden anlamıyor diyorlar. Onlarla beraber oldum, benden farklı olmadıklarını gördüm. Gençliğe selamlar.”
“Gün birlik günüdür, ülkemiz, milletimiz, devletimiz için bir bilek, bir yürek olalım. Saygılarımla"
Bu günler perdenin kalktığı insanların gerçek yüzlerinin ortaya çıktığı günlerdir. Hükümet, direnişi her zaman yaptığı gibi din istismarıyla ters yüz etmeye çalışırken Haydar hoca bu oyunu bozmaktadır.
Sorunlar Çözülmeden Halk Rahatlamayacaktır
1 Hazirandan beri gezi parkından başlayan ve bütün yurt geneline yayılan bu direnişin en bariz vasıflarından bir tanesi sadece iktidara değil muhalefete de muhalefet edilmiştir. Muhalefet üzerine düşeni yapamadığı için gençlik sokaklardadır. Bu gençlerin en önemli vasıfları, ellerinde Türk bayrağı dillerinde istiklal marşı ve onuncu yıl marşı olmasıdır. Bu insanlar Alevi - Sünni, Kürt - Türk, Sağcı - Solcu, laik - antilaik ayrımı yapmaksızın ‘vatan’ ortak paydasında buluşmaktadır. Verilen mesaj ‘önce vatan’ prensibiyle siyaset yapılmasıdır.
CHP – MHP – BTP
Peki, bu lider şahıs kim olacaktır. Aranan bu kadro kimdir?
Bu ne Kılıçdaroğlu’nun CHP’sidir, ne de Bahçeli’nin MHP’sidir.
CHP kendi içinde bile birliği tesis edememiştir. Hele son dönemde açılım adı altında ülkenin bölünme sürecinde CHP ısrarla gündemden kaçınmış yukarı tükürse bıyık, aşağı tükürse sakal diyerek konjonktüre uygun davranmayı tercih etmişlerdir. Takdir edersiniz ki bu duruşun Türkiye’yi içinde bulunduğu bunalımdan kurtarması mümkün değildir.
Gelelim MHP’ye. Sayın Bahçeli'de aranan isim değildir. Hele son gezi parkı sürecinde günler içinde birbirine taban tabana zıd açıklamalarıyla kendini ele vermiştir. ‘Milliyetçiliği ayaklarımın altına aldım’ diyen Erdoğan’a karşı direnen gençliğin yanında yer alacağına, milliyetçi iddiasında bulunan MHP’li milletvekillerinin bile açıklama yapmalarına yasak getirmiştir. Bunun neticesinde Erdoğan miting konuşmalarında vatandaştan pencere ve balkonlarına ‘üç hilalli bayraklar’ asarak MHP tabanına mesaj göndermiş, Bahçeli’den sitayişle bahsetmiştir. Buradan çıkan mana şudur, ha AKP ha MHP yok birbirimizden farkımız demek istemiştir.
Hükümet kendisine muhalefet istememektedir. Bugüne kadar meclis içi muhalefet üzerine düşeni yapamamıştır. Hatta çoğu kereler AKP'nin değirmenine su taşımışlardır. Ülkemizde uygulanan %10’luk seçim barajı sonucunda milyonlarca seçmenin tercihi mecliste temsil edilmemektedir. Güya istikrar adına yapılan düzenleme halkın iradesinin meclise yansımasına engel olmuştur. Meclis içi muhalefetin gereken muhalefeti ortaya koyamaması halkı daha da germiştir. İnsan hakları ve milletin iradesine saygı duyuluyorsa mutlaka seçim barajı kaldırılmalıdır.
Geriye bir tek Prof. Dr. Haydar Baş kalmaktadır. Sayın Baş, Türk milletinin evladıdır. Sırtını halkına dayamış bir liderdir. Ülkemizin ihtiyacı olan çözümlerin adresi de kendisidir. Ekonomi sadece Türkiye’nin değil bütün dünyanın ortak sorunudur. Sosyalizmin ve kapitalizmin iflas etmesi devletleri yeni bir model arayışına sevketti. Sayın Prof. Dr. Haydar Baş kendisine ait olan Milli Ekonomi Modelini son olarak Rusya Duma’sında 5 saatlik bir brifingle Rusya devlet adamı, siyasetçi ve ilim adamlarına anlatmıştır. Putin başta olmak üzere Jirinovski MEM’i Rusya’da uygulayacaklarını ifade etmiştir.
Ekonomik başarı ile taçlandırılmayan hiçbir zafer hedefine ulaşamaz.
Alevi - Sünni ayrılığı asırlardan beri devam eden İslam aleminin yumuşak karnıdır. Bugüne kadar yurt içinde ve yurt dışında hep çatışma haberlerini okuduk. Haydar Baş beyin kaleme aldığı Ehl-i Beyt imamlarının hayatını anlatan külliyatı ve uluslararası çapta yaptığı Ehl-i Beyt sempozyumları her iki kesimin birbirini yakından tanıması ve sevmesini temin etmiştir. Akan iki nehir adeta birleşerek güç birliği yapmıştır. Bu sonuç sadece ülkemiz sosyal barışı için değil, İslam alemi için de çok önemlidir. Global ölçekte ise İslam coğrafyasını ele geçirmek isteyenlerin Alevi - Sünni çatışma projelerini alt üst etmiştir. Dolayısıyla İslam aleminin ve coğrafyasının selameti açısından da tarihi bir gelişmedir.
Milli kahramanlar geçmiş ve gelecek arasında köprü olan şahsiyetlerdir. Ülkemizin bütünlüğünü parçalamak isteyenler hem bu sembol şahsiyetleri devre dışı bırakmak, hem de bu insanların antiemperyalist mücadelesini gözlerden kaçırmak istemiştir. Epey mesafe de katetmişlerdir. Bu konuda da sayın Haydar Baş öncülüğünde düzenlenen Milli kahramanlar programları ile özellikle Atatürk’ün gerçek kimliği gündem edilmiştir. Atatürk bu güne kadar istismar edilmiştir. Milletin değerlerinden kopuk bir Atatürk imajı ile millet kamplara bölünmüştür. Çok basit bir yaklaşımla milletiyle bütünleşip milli mücadeleyi gerçekleştiren Atatürk’ü milletin değerlerinden uzak göstermek ne kadar büyük bir yanıltmadır.
Karar yüce Türk milletinindir. Global güçlerin yönlendirmelerine karşı da mücadele verilebildiği takdirde AKP'nin yerine bir başka AKP’nin gelmesine müsaade edilmeyecektir.