Hükümetin Muhatabı Halk mı, Terör Örgütü mü?
Bu cümleler üzerinde konuşulacak çok şey var. Anayasa çalışmalarının maksadı da bu ifadelerde gizlidir. ülkemiz federatif bir yapıya doğru süratle sürüklenmektedir. Bölünmenin, hukuki alt yapısı tamamlanmaya çalışılmaktadır. Bu böyle biline.
Ancak hemen şunu ifade edelim ki halkın beklentisi ile PKK terör örgütünün taleplerini birbirine karıştıranlar bunu şuurlu olarak yapıyorlar. Atlantik ötesinin talimatlarına göre hareket ediyorlar. Niçin mi böyle diyorum. Geçtiğimiz günlerde bir grup arkadaşla birlikte Güneydoğu illerinde inceleme araştırma gezimiz oldu. Maksadımız bölgenin sorunlarını yerinde görmek. Anayasa değişikliğinin gündemde olduğu şu günlerde acaba bölge halkı ne düşünüyor, talepleri nedir? Bizzat kendilerinden dinlemek istiyoruz. Edindiğim intibaları paylaşmak isterim.
Bölge insanı işsiz ve aşsız vaziyettedir. Görüştüğümüz insanlar, geçim sıkıntısı yaşayan halkın son çare olarak dağa çıktığını ifade ediyorlar.
Bölgede yaşayanlar terörden yorulmuşlar. Bu kronikleşmiş sorunun ne uzayacağını ne de kısalacağını düşünüyorlar.
Hiçbir ailenin evladının dağda olmasına rıza göstermediğini ifade ediyorlar.
Bir ailenin bir çocuğunun dağda olduğunu, diğer evladının ise asker olduğunu bir çatışma halinde kardeşin kardeşe namlu doğrulttuğunu ifade ederken, bunun ıstırabını yüreklerinde yaşıyorlar.
Kürt ve Türk ailelerinin birbirinden kız alıp verdiğini, sosyal bir ayrılığın mümkün olamayacağını ifade ediyorlar.
Kürtlerle Türklerin kendi aralarında ticaret yaptıklarını; geçimlerini birlikte sağladıklarını, bugüne kadar hiçbir olumsuzluk yaşamadıklarını ifade ediyorlar. Halkın kendi arasında bir sorununun olmadığını, bir bütün olduklarını ifade ediyorlar.
Anayasa değişikliği ve PKK'nın taleplerinin halk tarafından ne kadar destek gördüğünü sorduğumuzda, bu taleplerin halkın istekleri olmadığını ifade ediyorlar.
Bir de hadiseye basın yayın gözüyle bakalım. Sanki Güneydoğu Anadolu bölgesinde düşük yoğunluklu bir savaş yaşanıyor. Anarşi ve terör almış başını gitmiş; hatta kangren haline gelmiş bir vaziyette. Bu psikoloji herkesi etkiliyor ve gönüllerde ayrılık meydana getiriyor. Bu defa millet batı ve doğu diye adım adım parçalara bölünüyor.
Hükümet politikalarına baktığımızda bir başka âlem görüyoruz. Hükümet AB'nin ve okyanus ötesinin etkisi altında hareket ediyor. Yaşanan sorunları, milletimizin ortak sorunu olarak görüp, ortak çözüm üreteceğine "açılım' adı altında bilerek veya bilmeyerek bölünmeye kapı aralıyor. Kürt açılımı, ardından diğer etnik unsurların açılımlarını getiriyor. Hiç yokken teklikten çok parçalı hale gelmenin yolu açılıyor.
Yine hükümet politikalarındaki istikrarsızlık bu defa insanları farklı beklentilere sokup daha sonra ihtiyaçları karşılanmıyor psikolojisi oluşturuyor.
Bölge insanı üzerindeki değişik hesapları olan AB ülkelerinin ve ABD'nin zaten hazır hale getirilmiş bölge insanı üzerinde tesirini arttırıyor. Yapılan icraat ile adeta insanımız yabancıların kucağına itiliyor.
Sanki söz konusu ülkeler, Kürt kardeşlerimizin karakaşına kara gözüne heves gibi gündemlerini, imkânlarını hatta ana politikalarını bu bölge için seferber ediyor. Güya Kürtler daha rahat etsin, sıkıntılarından kurtulsun istiyorlar. Bunun böyle olmadığını sağır sultan bile bilir. Yabancılar kendi menfaatleri olmadan başkasının yüzüne bile bakmazlar. Bu hal kendi vatandaşları için bile söz konusudur. Batı bütün bunları yapıyorsa kendine göre hesabı vardır. Bu hesabın ne olduğu artık ayan beyan ortadadır. Batı, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) kapsamında Türkiye'yi de dönüştürmek istiyor. Bunun için elinde Kürt kartını bulundurmak istiyor. Ne zaman istese öne sürecek ve devleti istediği noktaya sürükleyecek. Bir başka ifade ile "kırk katır mı kırk satır mı' seçeneğini elinde bulunduracak.
Bütün bu oyunların boşa çıkartılması mümkündür.
Bölge insanı, bütün bunların farkında. Ancak derin bir çaresizlik içerisinde; sahipsizlik içinde.
Bölge insanı, iş istiyor, aş istiyor.
Bölge insanı, tuzağa düşürülen çocukları ile çocuklarını tuzağa düşürenlerin ayırt edilmesini istiyor.
Bölge insanı, devletin baba olarak insanına sahip çıkmasını, kucak açmasını istiyor.
Mevcut hükümetin bunları başaramayacağı ortadadır. Ancak şunu da kabul etmek gerekir ki, geçen her vakit hastalık bünyeyi sarmaktadır.
Bütün bunları dinlerken ve düşünürken sürekli hafızamda Prof. Dr. Haydar Baş'ın bölge hakkındaki düşüncelerinin; devlet ve millete ait projelerinin ne kadar da haklı olduğu yankılandı durdu.
İnanıyorum ki; zihnimde yankılanan bu ses toplumda karşılık bulacaktır. Çünkü sorunun adı konmuşsa, çözümün de adı konmuş demektir.
Şimdi başa dönelim ve soralım, hükümet halkın mı muhatabı yoksa terör örgütünün mü?