İngiliz’i Şia’ya Tercih Eden Zihniyet

İngiliz’i Şia’ya Tercih Eden Zihniyet

Anadolu, dünyanın gözde coğrafyalarından birisidir. Bu bölgede yaşamak güçlü olmayı gerektirir. Aksi halde Mezopotamya’yı da içinde barındıran bu coğrafyada yaşamak mümkün değildir.

Özellikle Yahudilerin Arz-ı Mevud idealleri, milli güvenliğimiz için tehdit oluşturmaktadır. İsrail devletini kurarak ilk adımlarını atan Yahudiler, adım adım bizim güneydoğumuzu da içine alacak şekilde Büyük İsrail Devletine merdiven dayamışlardır.

Adı Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) olsun, Arap baharı olsun veya PKK meselesi olsun bunların arkasındaki maksat Arz-ı Mevud’un yol taşlarının döşemektir.

Bakın ülkemizde oynanan oyunlara.

Bu ülkelerin elinden topraklarını almak için en pratik yol bir iç savaştır.

Kürt – Türk; Laik – Antilaik; Sağ – sol; Alevi – Sünni kavgalarından az mı çektik. Nice fidanlarımızı kaybettik ve enerjimizi ve imkânlarımızı heba ettik.

Ülkemizde yaşanan bu ayrılıklar İslam coğrafyasındaki ülkelerde de kendi koşullarına göre yaşandı. Özellikle Şia - Sünni kavgası çok ileri boyutlara taşındı.

Bizim ülkemizi Müslüman yapan Ehl-i Beyt mensupları olduğu için Türkiye’de Hz. Ali’ye ve Ehl-i Beyte karşı ciddi bir bağlılık ve sevgi vardır. Üstelik Anadolu’nun gerçek sahipleri olan Türkmen Alevi ve Bektaşiler ülkemizin hemen hemen her tarafında yaygın olarak yaşamaktadır. Bu insanlar ülkemizin sigortasıdır.

Ülkemizdeki Alevi - Sünni ayrılığı, birkaç provokatif eylemi saymazsak sosyal bir bunalıma sebep olmamıştır. Ancak diğer İslam coğrafyalarında böyle değil. Şia ve Sünnilik keskin sınırlarla ayrılmış durumdadır.

İngiltere’de bulunan bir arkadaşımdan dinledim.

Hediyelik eşya almak ister, dükkânın birinden gelen Kuran-ı Kerim sesi arkadaşımı o dükkâna çeker. Dükkân sahibi önce Kuran dinlediğini inkâr eder. Yurt dışında Müslümanlara terörist muamelesi yapıldığı için dinini saklamak ister. Arkadaşımın Türk olduğunu öğrenince rahatlar ve başlarlar sohbet etmeye. Konu Tayyip Erdoğan’a gelir. Arkadaşım Erdoğan’ın Suriye politikasını eleştirir. Dükkân sahibi hiddetlenir ve Suriye’nin Şii olduğunu ve bunlara karşı savaşılması gerektiğini söyler. Arkadaşım ise Şii ve Sünnilerin kardeş olduğunu böyle bir savaşın Müslüman kanı dökmek olduğunu izah eder. İşte tam da bu sırada Sünni Afganlının hedefi haline gelir. Afganlı, sen de Şii’sin ve kâfirsin demez mi… Arkadaşım ne kadar Sünni olduğunu anlatırsa da bir işe yaramaz.

Dükkân sahibi arkadaşımın elinden mallarını da alır, sen kâfirsin sana satacak malım yok der. Arkadaşımın ise, peki senin mal sattığın İngilizler kâfir değil mi sorusu ise cevapsız kalır.

İşte İslam âleminin hali budur. Gayrimüslime karşı dinlediği Kuranı saklayacak kadar korkak, ama bir Müslümanı tekfir edecek kadar cesur.

Maalesef yüzyıllardan beri bu yaklaşım teşvik edildi.

Ta ki, Prof. Dr. Haydar Baş hocamızın Ehl-i Beyt açılımına kadar. Sayın Baş’ın kaleme aldığı Ehl-i Beyt imamlarının hayatı ve öncülük ederek tertipledikleri uluslararası Ehl-i Beyt sempozyumları ile artık Şii ve Sünniler arasında bir sevgi köprüsü kurulmuş oldu.

Böylece, Sünniliğin siyasi bir akım olduğunu öğrendik.

Sünniliğin, Ehli sünnet vel cemaat mezhep ve meşreplerinden farklı anlam içerdiğini anlamış olduk.

Ehli sünnet vel cemaat mezhep ve meşreplerindeki temel ölçünün ise Ehl-i Beyt’i sevmek ve yollarında gitmek olduğunu öğrendik.

İşte bu bilgi dalga dalga yayıldıkça sözü Müslüman olanların özü de Müslüman olacaktır.

İşte o zaman Müslüman, birbiriyle kavga ettirilirken ayağının altından toprağı kaydırılan güdümlü imajdan kurtulacaktır.