İsrail-Türkiye Savaşına Doğru mu ?

Bugün Gazze, dün Lübnan, bugün Şam… Peki yarın?
Bu soruya cevap vermek için haritaya değil, tarihe bakmak yeterlidir. Unutturulmak istenen bir gerçeği hatırlayalım: İsrail’in kuruluşundan bu yana izlediği yol, sadece bir devletleşme süreci değil; aynı zamanda bir yayılma ve işgal stratejisidir.
Bu stratejinin adı, Arz-ı Mev’ûd’dur – vaadedilmiş topraklar…
Bu planın hedefinde yalnızca Filistin yoktur. Nil’den Fırat’a uzanan bir bölgeyi kapsayan bu haritada; Ürdün, Suriye, Irak ve Türkiye’nin Güneydoğusu da yer almaktadır. Yani mesele sadece Arap coğrafyası değil, doğrudan Türk milletinin bekasıdır.
İsrail, 1948’den bu yana hiçbir kutsalı, hiçbir hukuku, hiçbir insan hakkını tanımamıştır. BM kararlarını hiçe saymış, her adımında ABD'nin koşulsuz desteğini almıştır. Bu destekle önce Filistin’i, sonra Suriye’yi, şimdi de daha geniş bir coğrafyayı hedef almaktadır. Bu adımlar planlıdır ve her biri daha büyük bir hesaplaşmanın parçasıdır.
Bugün bu strateji artık adıyla anılmaktadır: Davut Koridoru.
İsrail’in kuzeyde Lübnan’dan başlayıp Suriye ve Irak hattı üzerinden Fırat’a ve Türkiye sınırına kadar uzanan yayılma planına verilen bu isim, sadece bir coğrafi hat değil, aynı zamanda savaş ve işgalin güzergâhıdır.
Bu koridor; enerji, güvenlik, nüfuz ve askeri yayılmanın merkezidir.
Gazze’de başlayan yıkımın Şam’a sıçraması; bu hattın Suriye ayağını temizleme, ardından Fırat’a dayanma hamlesidir.
Çünkü İsrail ve onun stratejik ortağı ABD’nin işgal mantığı hep aynıdır:
Önce karışıklık yaratılır, ardından terör ve iç savaş kışkırtılır, sonra bölme ve federasyon senaryoları devreye sokulur.
Bölge halkı yorulur, toplum çözülür, devlet yıpranır. Ve sonunda, zaten diz çöktürülmüş, savunmasız hale getirilmiş milletlerin toprakları “barış” adı altında işgal edilir.
Bugün Filistin’in başına gelen, dün Irak’ın, Lübnan’ın başına gelen…
Yarın Türkiye için planlanan budur!
Peki biz ne yapıyoruz?
Bu ülkenin evlatları, bu gerçeklerle yüzleşiyor mu?
Millî Eğitim Bakanlığı gençlerimize tarih bilinci, jeopolitik farkındalık, uluslararası emperyal planlar üzerine bir kavrayış kazandırıyor mu?
Hayır!
Gençlik dijital sisin içinde köksüzleştiriliyor, geçmişinden koparılıyor, coğrafyasından bihaber hale getiriliyor.
Türkiye, Balkanlar’da, Kafkaslar’da, Arap coğrafyasında birlikte yaşadığı halkların nasıl ihanete yönlendirildiğini unutamaz. Balkan Savaşları bunun en acı örneğidir. Çatalca’ya kadar dayanan düşman bir zamanlar komşuydu. Alaiye Şehitliği’nde yatan Mehmetçikler, “dost” sandıklarının ihanetiyle şehit düştü.
Bu tarihi unutan, geleceği koruyamaz.
Bugün “Terörsüz Türkiye” söylemiyle yürütülen süreç, görünüşte barışı vaad ederken, özünde etnik yapıları su üstüne çıkarma, kimlik siyasetini meşrulaştırma projesine dönüşmüştür.
Bu terörsüzlük değil; tam tersine, ulus devletin temellerini zayıflatmak, Türkiye’yi yeni bir Balkanlaşma sürecine sokmaktır.
Etnik kimliklerin anayasal düzlemde öne çıkarılması, federatif çözümlerle bölgesel yönetimlere zemin hazırlanması; Türkiye’yi Suriyeleştirme, Iraklaştırma sürecidir. Bu bir barış süreci değil, yeni bir parçalanma senaryosudur.
Ve bu süreç, “yeni anayasa” adı altında, Türk milleti kavramının sulandırılması, Atatürk’ün millet anlayışının tasfiyesi, “Türkiyelilik” gibi aidiyetsiz, muğlak ifadelerle milletin tanımsız bırakılmasıyla eş zamanlı yürütülmektedir.
Bu bir tesadüf değildir; bu, Türkiye’yi Arz-ı Mev’ûd haritasına dâhil etme planının iç ayağıdır.
Millî Mücadele nasıl bir ortak kader bilinciyle verildiyse, bugün de aynı bilinçle hareket etmek mecburiyetindeyiz. Biz “Türkiyeli” değiliz.
Bu toprakların adı Türkiye, bu milletin adı Türk milletidir.
Bu kimlik anayasal, tarihsel ve toplumsal olarak vardır ve var olmaya devam edecektir.
Bugün eğitimden kültüre, medyadan güvenlik politikalarına kadar her alanda bir millî diriliş seferberliği başlatmak zorundayız.
Bu seferberlik bir tercih değil, mukadder bir görevdir.
Unutmayalım ki:
Arz-ı Mev’ûd bir harita değil, kutsallaştırılmış bir işgal planıdır.
Davut Koridoru ise bu planın askeri-jeopolitik altyapısıdır.
İsrail’in önünde diz çöken her coğrafya, önce içeriden çözülmüştür.
Bugün Suriye’ye sıra geldiyse, yarın Türkiye’ye göz dikileceğini artık görmek zorundayız.
Gaflet değil; basiret, cesaret ve dirayet zamanı.
İşlemlerimiz

