Kervan Yolda Düzülür, Canlar Yolda Kaybolur
Kartalkaya'daki yangında hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına sabırlar diliyorum. Bu tür acı haberler maalesef bitmiyor. Aldığımız her kaza haberleriyle sarsılıyoruz. Bu olaylar, vicdanlarımızda derin yaralar açıyor ve hepimizi derinden üzüyor. Temennimiz, bu tür faciaların artık son bulması, bir daha yaşanmamasıdır.
Ancak, sadece temenni etmek yetmez. Bu olayların tekrar yaşanmaması için alınması gereken somut tedbirler var. Bu mesele, birbirimizi suçlayarak ya da sorumluluktan kaçarak çözülemez. “Benim kabahatim yok, senin kabahatin var” anlayışıyla bir yere varılamaz. Yapmamız gereken, çözüm odaklı bir yaklaşımı benimsemek ve bu tür olayların neden ortaya çıktığını sorgulamak. Esas soru şu olmalıdır: Bu tür facialar neden yaşanıyor ve bunların önüne geçmek için ne yapabiliriz?
Eğer gerçekten çözüm odaklı hareket edersek, bu sorunların üstesinden gelebiliriz. Ancak ne yazık ki yıllardır süregelen yanlış yaklaşımlar, tarafgirlik ve sorumluluktan kaçan anlayışlar bu meselelerin köklü bir şekilde çözülmesini engelliyor. Sorunları çözmek yerine birbirini suçlayan ve kendi sorumluluğunu görmezden gelen bir sistemle karşı karşıyayız. Bu durum, toplum olarak bizi her geçen gün daha büyük felaketlerle yüz yüze bırakıyor.
Bu gibi olaylar yalnızca can kaybına yol açmakla kalmıyor; aynı zamanda ülkemizin itibarına, ekonomisine ve turizmine de büyük zarar veriyor. İnsanlar bir yere gitmek, gezmek, yeni yerler keşfetmek için kendilerini güvende hissetmek ister. Ancak güvenliğin olmadığı bir yerde kimse seyahat etmeye cesaret edemez. Bu yüzden alınması gereken tedbirler sadece insani bir sorumluluk değil, aynı zamanda ekonomik bir zorunluluktur. Ülkemizde hukukun ve standartların etkin bir şekilde uygulanması şarttır.
Bu meselelerin çözümüne yönelik liyakat ve hakkaniyetin esas alınması gerektiğini tekrar vurgulamak istiyorum. Yandaşlık ve kayırmacılık anlayışlarından uzaklaşıp, ortak akılla hareket etmeliyiz. Sorumluluğumuz yalnızca bugünkü vatandaşlarımıza değil, gelecek nesillerimize de insanca bir yaşam bırakmak olmalıdır. Bu noktada, belediyelere yapılan operasyonlar da aynı sorunun bir yansımasıdır. Yandaş olanlara farklı, karşıt görüşte olanlara ise bambaşka bir muamele yapılmaktadır. Muhalefet edenlere ya da alternatif bir görüş ortaya koyanlara maalesef hukukun işleyişi değişmektedir. Bu uygulama eşitsizliği, vatandaşın kanunlar önündeki güvenini sarsıyor. Sonuçta kaybeden, sadece bireyler değil; devletin kendisi oluyor.
Bu mesele, yalnızca bir sektör meselesi değil, aynı zamanda iç işlerimiz açısından da büyük bir sorundur. İster güvenlik ister ekonomi, isterse insan hakları açısından bakalım, konu ciddi bir ehemmiyet taşımaktadır. Bu nedenle ülkemizde hukukun tam anlamıyla uygulanması ve standartların sıkı bir şekilde denetlenmesi şarttır. İnsan hayatının korunması ve toplumsal düzenin sağlanması için hukukun üstünlüğünü bir an önce tesis etmemiz gerekiyor.
Aslında sorun da bellidir, çözümü de. Ancak ne yazık ki ülkemizde kurumsal bir yaklaşım yerine “kervan yolda düzülür” anlayışı hakimdir. Devlet tecrübesi, en çok kıymet verilmesi gereken bir değerken, sıklıkla yok sayılır. Yandaşlık ve adam kayırmacılık, tüm sistemin önüne geçer. Liyakat ise unutulmuş bir kavramdır ve kıyamet alametlerinden biri gibi görülür. Bir yanlışın düzeltilmesi için illaki mal kaybı ya da can kaybı mı yaşanması gerekir?
Bakın, Amerika’nın Los Angeles şehrinde günlerce süren bir yangın yaşandı. Yangınlar, toplamda 37 binden fazla dönümlük alanı etkiledi ve binlerce yapının tahrip olmasına neden oldu. Can kaybı yalnızca 29 kişiyle sınırlı kaldı. Bizde ise bir otelde çıkan yangında 78 can, çoğu çocuk olmak üzere, kaybedildi. Bu tabloyu hangi mantıkla izah edeceğiz? Kimse suçu üzerine almıyor. Doğrudur; çünkü balık baştan kokar. En baştaki sorumluların bu konuda gerekli tedbirleri alması gerekmez miydi?
Son sözümüz şu olsun: Bundan sonra herhangi bir otelde, yurtta ya da başka bir mekânda bir yangın meydana gelir ve bir felaket yaşanırsa, sorumlu kim olacak? Şimdiden adını koyalım ki aynı acıları bir daha yaşamayalım. Felaketlerin kaderimiz olmadığını, tedbirlerin ve liyakatli bir yaklaşımın hayat kurtarabileceğini artık öğrenmek zorundayız.
Unutmayalım: İnsan hayatı, sistemin en üst değeridir. Bu anlayışı benimsemeden ne bireylerimizi ne de ülkemizi hak ettiği noktaya taşıyabiliriz.