Kürt Meselesi Kimin Meselesidir ?

Kürt Meselesi Kimin Meselesidir ?

Türkiye’de “Kürt meselesi” başlığı her gündeme geldiğinde, tartışma çoğu zaman yanlış bir zemine oturtuluyor. Mesele, sanki Kürt kardeşlerimizin tarihsel bir talebi, toplumsal bir isyanı ya da bu coğrafyada kendiliğinden doğmuş bir ayrışma arzusuymuş gibi sunuluyor. Oysa tarihî seyir dikkatle okunduğunda çok net bir hakikatle karşılaşırız: Kürt meselesi, Kürtlerin planladığı bir mesele değildir. Bu mesele, dün İngiltere’nin, bugün ise Amerika’nın bölgeyi dizayn etme ve kaynaklarını kontrol etme projesidir.

Bu hakikati anlamak için duygularla değil, tarih bilinciyle konuşmak gerekir. Lozan’a baktığımızda tablo son derece açıktır. Lozan’a heyeti gönderen TBMM’in in içinde Kürt mebuslar da vardır. Kürtler, ayrı bir heyet, ayrı bir talep, ayrı bir devlet iddiasıyla masada yer almamıştır. Çünkü o gün kendilerini Türk milletinin asli unsuru olarak görmüşlerdir. Lozan’da azınlık tanımı yapılırken, Kürtler azınlık kabul edilmemiştir; zira Müslümandırlar ve millet tanımı bu çerçevede yapılmıştır.

Peki ayrılık fikri nereden çıkmıştır?

Cevap 1918–1922 aralığındadır. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından emperyal güçler Osmanlı coğrafyasını paylaşırken, petrol ve enerji havzalarını güvence altına almak için etnik haritalar üretmeye başlamışlardır. Malatya’ya gelen İngiliz istihbarat subayı Binbaşı Noel’in yaptığı tam da budur. Bölgeyi dolaşmış, aşiretlerle temas kurmuş, sosyolojik ve etnik raporlar hazırlamış ve bir “Kürdistan taslağı” üretmiştir. Bu harita, bölge halkının talebinden değil, emperyal ihtiyaçlardan doğmuştur.

Amerika Birleşik Devletleri’nin Suriye’nin kuzeyinde SDG/YPG üzerinden kurduğu yapı ne yereldir ne de bağımsızdır. Silahı Amerika’dan, maaşı Amerika’dan, stratejisi Amerika’dan gelen bir yapının “yerel irade” olarak sunulması, açık bir algı operasyonudur. Görüşmeler Şam’la ya da başka aktörlerle değil, Washington’la yapılmaktadır. Dolayısıyla burada konuşulması gereken Kürtlerin hakları değil, emperyalizmin hedefleridir.

Bu emperyal sürekliliğin yalnızca askerî ya da siyasî araçlarla değil, semboller ve kültürel imgeler üzerinden de yürütüldüğünü görmek gerekir. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri, Papa Franciscus’un Irak ziyareti sırasında yaşanmıştır. Ziyaret, kamuoyuna “barış”, “dinler arası diyalog” ve “kardeşlik” başlıklarıyla sunulmuş olsa da sembolik düzlemde verilen mesajlar dikkatle okunmalıdır.

Irak’ın kuzeyinde, Mesut Barzani’nin fiilî hâkimiyet alanında basılan ve Papa ziyareti vesilesiyle dolaşıma sokulan pul, sıradan bir hatıra nesnesi değildir. Bu pulun üzerinde yer alan harita, Birinci Dünya Savaşı sonrasında İngiliz istihbarat raporlarında çizilen ve Binbaşı Noel’in taslaklarında görülen haritayla büyük ölçüde örtüşmektedir. Yani yüz yıl önce cetvelle çizilen sınırlar, bugün “dinî ziyaret” ve “sembolik barış” ambalajı içinde yeniden dolaşıma sokulmaktadır.

Bu tabloyu, Büyük Ortadoğu Projesi’nden bağımsız okumak mümkün değildir. BOP’un temel hedefi, Ortadoğu’da güçlü ulus-devletleri zayıflatmak; yerine etnik, mezhepsel ve kırılgan yapılar üretmektir. Irak’ın fiilen bölünmesi, Suriye’nin parçalı yapısı ve Türkiye üzerinde sürekli diri tutulan kimlik tartışmaları, bu projenin farklı aşamalarıdır. Değişen sadece aktörler ve söylemler olmuştur; harita değişmemiştir.

Bugün “hak”, “özgürlük”, “kimlik” ve “özerklik” gibi kavramlarla pazarlanan söylemler, BOP’un yumuşak güç enstrümanlarıdır. Sert güç sahada, yumuşak güç zihinlerde çalışır. Papa ziyareti, basılan pul ve uluslararası dolaşıma sokulan imgeler bu nedenle tesadüf değildir. Bunlar, bir halkın talebinden değil; bir projenin ihtiyaçlarından doğmuştur.

Bu süreçte en tehlikeli nokta, meselenin Türk–Kürt karşıtlığına indirgenmesidir. Bu, milletin sosyolojik hafızasını kaşıyan son derece riskli bir oyundur. Spor tribünlerinde atılan sloganlardan sokaktaki huzursuzluğa kadar uzanan işaretler, toplumun bu gerilimi bilinçaltına ittiğini göstermektedir. Millet sessiz olabilir; ama bu, unutuyor olduğu anlamına gelmez. Tarih bize şunu öğretir: Bastırılan fay hatları, günü geldiğinde çok daha yıkıcı biçimde kırılır.

Burada altı çizilmesi gereken bir başka gerçek de şudur: Ulus devlet, bu coğrafyada eşitliğin ve bir arada yaşamanın teminatıdır. Mustafa Kemal Atatürk’ün “manda ve himaye kabul edilemez” sözü, sadece bir bağımsızlık parolası değil, aynı zamanda bugün yaşadıklarımızın da şifresidir. Ulus devlet zayıflatıldığında, yerine özgürlük değil; parçalanma gelir. Suriye bunun canlı prototipidir.

Bu nedenle Kürt kardeşlerimizin de en fazla sahip çıkması gereken şey, millet ve devlet bütünlüğüdür. Emperyal projeler, en çok kullandıkları toplumlara zarar verir. Petrolü, suyu, yeraltı kaynaklarını alanlar gider; geride yoksulluk, çatışma ve istikrarsızlık kalır.

Bugün Türkiye’nin gerçek gündemi kimlik tartışmaları değil; geçim derdi, adalet, sosyal devlet ve ekonomik kuşatmadır. Milletin enerjisini etnik fay hatlarına sürüklemek, bu gerçek sorunların üzerini örtmekten başka bir işe yaramaz.

Kürt meselesi adı altında yürütülen bu tartışma, bir halkın değil; bir projenin meselesidir. Ve bu proje, tarihte olduğu gibi bugün de Türkiye’nin birliğini hedef almaktadır.