Milli mücadelede henüz bitmedi
Atatürk Vatandır Sempozyumu’ndaki sunumunda emperyalist Batı’nın işgal hesaplarının devam ettiğini belirten Yrd. Doç. Dr. Ahmet Hamdi Kepekçi, “Milli mücadele henüz tamamlanmamıştır. Bunun en önemli göstergelerinden bir tanesi ABD’nin hala Lozan Antlaşması’na imza koymamış olmasıdır” dedi.
Araştırmacı yazar Yrd. Doç. Dr. Ahmet Hamdi Kepekçi’nin, Trabzon’da düzenlenen Atatürk Vatandır Sempozyumu’nda sunumunu gerçekleştirdiği Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası başlıklı tebliğini aynen aktarıyoruz:
I. Dünya Savaşı sonrası Osmanlı'nın içinde bulunduğu devletler mağlup olmuştur. Ateşkes anlaşması olarak Mondros mütarekesi imzalanır. Anlaşma metninde bulunan esnek ifadelerden hareketle ittifak devletleri Anadolu'yu da işgal ederler. İçine düşülen durumdan kurtulmak için 3 türlü düşünce müzakere edilmekteydi. İngiltere himayesi, Amerikan mandası, padişaha bağlılık ve gelişen olayları izlemek ve milletin direnişi ile milli mücadelenin gerçekleştirilmesi. Mustafa Kemal paşa milli mücadele ile vatanın esaretten kurtarılacağına inanıyordu.
Milli mücadelede ilk adım
Türkiye'nin ulusal kurtuluş mücadelesinin ilk adımları 19 Mayıs 1919 Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları tarafından Samsun'a çıkılarak atıldı. 23 Temmuz-7 Ağustos 1919 tarihleri arasında Erzurum'da toplanan kongrede alınan kararlar Kurtuluş Mücadelesinde izlenen çizgide önemli ölçüde belirleyici olmuştur. Sivas Kongresi, I. Dünya Savaşı sonrası ülkeyi işgalden kurtarmak ve Türk milletinin bağımsızlığını sağlamak için ulus temsilcilerinin Sivas'ta bir araya gelmesiyle, 4 Eylül 1919-11 Eylül 1919 tarihleri arasında toplanır. Sivas Kongresi'nde, Erzurum Kongresi'nde alınan vatanın bütünlüğü ve bağımsızlığıyla ilgili kararlar aynen kabul edilmiştir. 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi Ankara'da toplanır. 25 Nisan'da TBMM Reisi Mustafa Kemal Paşa başkanlığında bir hükümet oluşturulur.
1920 yazına gelindiğinde I. Dünya Savaşı'nın galipleri mağluplar ile hesaplaşmalarını bitirmiş, savaşı kaybeden ülkelere barış antlaşmalarının kabul ettirilmesi süreci tamamlanmıştı. Osmanlı İmparatorluğu ile 10 Ağustos 1920'de Sevr'de gerçekleşti. Ülke işgal altındadır.
Misak-ı Milli
Atatürk’ün gayesi Misak-ı Millî’yi gerçekleştirmektir. Atatürk Misak-ı Millî’yi, “milletin tam bağımsızlığını sağlayıp ülkenin bölünmez bütünlüğünü kapsayan ve bunları bozabilecek tüm engelleri ortadan kaldıran bir yemin” olarak tanımlar. Dış politikanın hareket noktası da Misak-ı Millî’dir. Atatürk dönemi Türk dış politikasında ülkenin tam bağımsızlığının sağlanması ve sürdürülmesi ana esastır. Atatürk dünya barışının tesisinin ancak sömürgecilik ve emperyalizmin yok olması ile mümkün olacağını ifade etmektedir.
İç ve dış politika birbirinin mütemmimidir. Birini diğerinden ayrı düşünmek mümkün değildir. Ülke topraklarımız üzerinde yapılan hesaplar çok eskilere dayanmaktadır. Şark Projesi, haçlı seferleri, Büyük Ortadoğu Projesi, Arap Baharı sadece askeri boyuttaki işgal projeleridir. Bunun yanında kültürel, sosyal, siyasi ve ekonomik işgal projeleri de sürekli yürürlüktedir.
Anadolu'nun işgalden kurtarılması ancak içerde siyasi ve askeri örgütlenme dışarda ise diplomasi ile başarıya ulaşacaktı. İşgal edilmiş vatanın kurtarılması liderin hem askeri hem de siyasi ve diplomatik başarıları ile mümkün olacaktı.
1923-1938 döneminde şekillenen Türk dış siyasetinin amacı Atatürk tarafından şöyle açıklanmıştır: “Hiç kimsenin hakkına el uzatmak istemediğimiz gibi başkalarının da yaşama ve bağımsızlık hakkımıza saygı gösterilmesinden başka bir isteğimiz yoktur. Ulusal sınırlarımız içinde yabancıların işlerimize el sokmalarından uzak olarak her uygar ulus gibi özgür yaşamaktan başka bir amacı olmayan Türk ulusunun bu yasal hakkı sonunda insanlık ve uygarlık dünyasınca kabul edilecektir.
Meclisimiz ve meclisimizin hükûmeti savaş ve serüven düşkünü olmaktan uzaktır. Tersine, barışı ve esenliği yeğler. Özellikle insancıl ve uygar ülkelerinin gerçekleşmesinden yanadırlar.” İşte bu ilkeler doğrultusunda gerek Doğu gerek Batı dünyasıyla iyi ilişkiler ve dostluk bağları esas alınmıştır. Türkiye bu dönemde her şeyden önce tam bağımsız ve egemen bir devlet olarak kendisine eşit muamele beklemiştir. Tarihî sürecin hesabını ve kinini gütmemiş, barış ve denge politikalarına dayalı bir siyaset izleyerek hem bölge devletlerle hem de uluslararası güçlerle ilişkilerini belli bir seviyede tutmuştur.
Askeri mücadele
Sevr anlaşmasını (10 Ağustos 1920) hayata geçiremeyen batılı devletler Yunanistan’ı öne geçirerek Anadolu’yu işgal girişiminde bulunmuşlardır. Askeri olarak yenilgi üzerine yenilgi alan yunan ordusunun Mustafa Kemal paşanın başkomutanlığındaki büyük taarruz ile sökülüp atılmıştır. 30 ağustos zaferi bağımsızlığımızın askeri olarak ele geçirilmesi anlamına gelmektedir.
Büyük Taarruz sonucu başkomutan Mustafa Kemal Atatürk Yunanlıları ağır bir yenilgiye uğratmış, İzmir'e kadar takip etmiş, komutanları esir almış, askerlerini denize dökmüştür. Bu bir dönüm noktası olmuştur. Bizler hazine üzerinde yaşayan dilencileriz. 30 Ağustos ruhuna, Mustafa Kemal’e ihtiyacımız vardır. Anadolu'daki hareket ile doğu cephesinde Ermenilere batı cephesinde Yunanlılara karşı zaferler kazanılmıştır. Bunların ardından diplomasi yolu açılmıştır. Misak-ı Millî dış politikanın temel dayanağı olmuştur.
Dış politikanın temeli bağımsızlık
Dış politikanın temelindeki ana karakter “bağımsızlık”tır. Tam bağımsızlık denildiği zaman elbette siyasi, mali, iktisadi, adli, askeri, kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve serbestlik demektir. İşgal altında olan bir imparatorluktan Misak-ı milli sınırları içerisinde laik demokratik hukuk devletini kuran Mustafa Kemal Atatürk'ün dış politik anlayışı bağımsızlık karakterine üzerine bina edilmiştir.
Yurtta sulh cihanda sulh asla pasif ve teslimiyetçi bir politika değildir. Saldırgan olmayan, ancak barış için savaşa hazır olmak d Muhatabı tanımak: Savaş sonrası itilaf devletleri kendi aralarında anlaşmazlık yaşadılar. Ayrıca halkları savaştan yorulmuş durumdaydı. Atatürk düşmanlarının siyasi ve sosyal durumunu da çok iyi analiz ediyordu. Durum tespiti diplomaside yol gösterici oldu. Batılı devletlerle yapılan görüşmelerde kendi aralarındaki çıkar çatışmaları kullanıldı. Rusya ile anlaşma cihetine gidildi: Mustafa Kemal paşanın 23 Temmuzda Erzurum kongresinde yaptığı konuşmada Sovyetleri övmesinin üzerine Sovyetler milli mücadeleyi destekleme kararı aldıklarını bir demeçle açıklarlar.
Burada hedef ortak düşman olan emperyalistlere karşı mücadele etmekti. Rusya ile birlikte hareket etme ittifak devletlerini düşünmeye sevk etti. Rusya siyasi yardımın yanında ekonomik yardımlarda da bulunuyordu. İslam ülkelerinden destek alınmıştır: I. Dünya Savaşı sonrası Osmanlı hinterlandındaki bütün İslam coğrafyası işgal edilmiş durumdadır. İngiltere vaatlerinde durmamıştır. Atatürk liderliğindeki milli mücadele baskı altındaki İslam ülkeleri için de bir örnek teşkil etmiştir.
Lozan Antlaşması
(24 Temmuz 1923) ile Sevr'in maddeleri hükümsüz hale gelmiştir. Ancak sürüncemede kalan konular vardı. İngiltere ile Musul konusu ve Yunanistan ile mübadele buna örnek olarak verilebilir.
Musul sorunu:
Öteden beri batılı devletler Musul'a göz dikmişlerdir. Sahip olduğu zengin petrol yataklarını ellerine geçirmek için her türlü yola başvurmuşlardır. Mondros Mütarekesi imzalandığında (30 Ekim 1918) Musul Osmanlının elinde olmasına rağmen İngiltere Musul'u ele geçirmiştir. Uzun süren görüşmelere rağmen geri adım atmamıştır.
Sonraki dönemlerde ise ülkemizin içini karıştırmış. Güya hakem olması gereken milletler meclisi Türkiye'yi yalnız bırakmış ve yok pahasına Musul İngiltere mandasına bırakılmıştır. Burada yine altını çizmemiz gereken içte ve dışta güçlü olmamız gerekmektedir. Milli birliğin temini, her sahada güçlü olan bir millet ve devlet yapısı olmazsa olmazımızdır. Elimizdeki vatan topraklarına da göz dikilmiştir. İçerde karışıklık had safhadadır. Dışarda ise ülkemiz yalnız başına kalmıştır. Atatürk'ten sonra uygulanan dış politikalar bir sonuç getirmemiştir.
Mübadele:
Lozan anlaşmasına göre Yunanistan’daki Müslümanlar ile ülkemizdeki Rumların mübadelesi gerçekleşti. Atatürk’e göre millet kavramını yine burada görüyoruz. Millet, Müslüman halklardan teşekkül eder, diğerleri azınlıktır demektir. Prof. Dr. Haydar Baş Bey, “Dini bütünlüğümüz milli bütünlüğümüzün teminatıdır” demektedir. Her iki yaklaşım da öz olarak aynı anlama gelmektedir.
Sadabat Paktı:
Atatürk, Ortadoğu'da barış ve güven ortamı oluşturulmaya çalışmıştır. Atatürk, "Avrupa bu mukaddes yerlere temellük etmek için yapacağı ilk adımda bütün İslam âleminin ayaklanıp icraata geçeceğinden şüphemiz yoktur" demiştir. Atatürk doğuda İran ile sıkı dostluk kurmuştur.
Irak'ın bağımsızlık kazanmasından sonra Irak'ın isteğiyle ve Afganistan’ın katılımı ile Sadabat Paktı imzalandı. Paktın imzalanması uzun yıllar süren uğraşı sonucu gerçekleşmiştir. Atatürk Avrupa ve balkanlardan ziyade doğu bölgesini tercih etmiştir.
Bütün bunlar yapılırken kaotik bir süreç yaşanan dünya siyaseti karşısında hem sınır güvenliğini temin etmek, hem doğu ve güneydoğudaki etnik unsurların kışkırtılmasını engellemek hem de İslam ülkeleri ile bir güç birliği yapılmak istenmiştir.
Sadabat Paktı, batılı devletlerden bağımsız olarak bölgemizde Müslüman ülkelerle yapılan bir anlaşmadır. Bu ilktir ve bütün engellere rağmen başarılmıştır. Özellikle bölge barışı açısından önemli sonuçları olmuştur. Atatürk'ten sonra Sadabat Paktı’nın ihmal edilmesinin faturası ağır olmuştur. Bölge barışı yeniden tehlikeye girmiş, bölgemiz emperyalist güçler tarafından işgale maruz kalmıştır. İkinci Dünya Savaşı, Birinci Dünya Savaşı’nın devamı mahiyetindedir. Birinci Dünya Savaşı sonrasında yapılan barış anlaşmaları tarafları hoşnut etmemiştir. Avrupa devletleri arasında yapılan gizli anlaşmalar ve aralarında süregiden anlaşmazlıklar aynı zamanda İkinci Dünya Savaşı’nın da temellerini oluşturmaktaydı. Büyük mağduriyetlerin yaşandığı insan ve kaynak israfına yol açan, acıların yeni bir kaynağı olan ikinci dünya savaşında Atatürk'ün uyguladığı dış politikada neticesinde yer almamıştır. Birinci dünya savaşının sonunca imzalanan Sevr'i kabul etmemiş, milli mücadele sonucu Lozan anlaşması imzalanmış, bu da yetmemiş ardından askıda kalan sorunların halli için takip devam etmiştir. Ancak Atatürk'ün erken ölümü sürecin duraklamasına neden olmuştur. Bugün ülke olarak yaşadığımız temel sorunların kökeninde de Atatürk dönemindeki dış politik yaklaşımlardan uzaklaşılmasında yatmaktadır.
Dış politika ile iç politika birbirinin mütemmimidir
Görüldüğü gibi dış politikayı iç politikadan ayrı düşünmek mümkün değildir. İçerde sorunlarını halletmiş bir devlet ve millet yapısı esas olmalıdır. İşte Prof. Dr. Haydar Baş Bey’in yıllardan beri verdiği mücadele millet olarak ve devlet olarak birliğimizi beraberliğimiz temine yönelik olmuştur. Geriye dönüp baktığımızda bize ayrılık diye sunulan konuların birer algı yönetimi olduğunu görüyoruz. Oysa ortada bir ayrılık gayrılık yok, var olan tamamen zenginlik. Reddedilen Aleviler, reddedilen Atatürk’ü örnek olarak gösterebiliriz. Milli bayramlarımıza yabancı büyüdük. Özellikle son dönemlerde milli bayramlarımız adeta yok kabul edildi.
Buna örnek olarak 30 Ağustos’un ne anlama geldiğini kaç kişi biliyor. 30 Ağustos olmasa idi Türkiye olmayacaktı, bağımsızlık olmayacaktı, Trabzon, Ankara, İstanbul olmayacaktı. Siz olmayacaktınız biz olmayacaktık. Bu konuda Haydar Baş Bey’in yaklaşımı çok anlamlıdır. Çocukluk yıllarındaki bayram kutlamalarından bahseder ve milletimize aynı coşkuyla bayram kutlamasını tavsiye eder. 29 Ekim konusunda tüm vatandaşlar cumhuriyete sahip çıksın, herkes evine bayrağımızı assın demektedir.
Batı Sevr'in maddelerinden hala vazgeçmedi. Yaşanan döneme göre adı değişen ama aslı aynı kalan bir hedefleri var. Coğrafyamızda gözleri var. Milli mücadele azmi, Kuva-yı Milliye kararlılığı hiç bitmeden devam etmelidir. Prof. Dr. Haydar Baş Hocamıza millet olarak müteşekkiriz. Bize gerçek Atatürk'ü tanıttılar, Atatürk'ü Atatürk yapan Ehl-i Beyt manasını tanıttılar. Atatürk ruhuna her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.
Milli Mücadeleye günümüzde de ihtiyaç vardır
Milli mücadele henüz tamamlanmamıştır. Bunun en önemli göstergelerinden bir tanesi ABD’nin hala Lozan Antlaşması’na imza koymamış olmasıdır. Coğrafyamız üzerindeki emperyalist batının işgal hesapları devam etmektedir. Ayrıca bölünmüş Türkiye haritaları hala emperyalist güçler tarafından kamuoyuna servis edilmektedir. Atatürk'ten sonra uygulanan gayri milli politikalar ile ülkemiz zaman ve güç kaybına uğramıştır. Bunlar yetmez gibi hür iradeye ve cumhuriyete karşı girişilen FETÖ darbe girişimi gerçekleşmiş ve bölünme ile karşı karşıya kalmıştır. Misak-ı Milli’nin hedeflerinden birisi de ekonomik bağımsızlıktır. Misak-ı Milli’deki toprak bütünlüğü yanında önemli bir madde daha vardır. O da ekonomik özgürlük ve kalkınmadır. İlgili maddede “Milli ve ekonomik gelişmelerimizi sağlamak ve devlet işlerini çağdaş bir yönetimle işlerimizi yürütebilmemiz için her devlet gibi bizim de tam bağımsızlığa ve özgürlüğe ihtiyacımız vardır. Bu, yaşam ve varlığımızın temelidir. Bu yüzden siyaset, adalet, maliye alanları ile öteki alanlarda gelişmemize engel olan bağların karşısındayız. Ortaya çıkacak devlet borçlarımızın ödeme şartları da bu esasa aykırı olmayacaktır.” Atatürk bu anlamda birinci İzmir İktisat Kongresi’ni düzenlemiş ancak ömrü vefa etmeyince ekonomik bağımsızlık gayretleri yaya kalmıştır. Sonra gelen hükümetiler maalesef milli bir siyaset ortaya koyamadıkları gibi milli bir ekonomiden de çok uzak kalmışlardır. Batılı devletlerinin emperyalist duruşlarını garantiye alma görevi gören çoğu uluslararası kurum ve kuruluşların güdümünde hareket edilmiştir.
Tarihimizde ilk defa Prof. Dr. Haydar Baş tarafından bir Milli Ekonomi Modeli (MEM) ortaya konmuştur. Sadece bizim ülkemiz için değil ezilen, haklarını elinden alınan dünya halkları için de bir kurtuluş muştusu olmuştur. Başta Rusya olmak üzere BRICS devletleri tarafından uygulamaya alınan MEM ülkemiz için ayrı bir öneme haizdir. MEM’in ülkemizde uygulanması ile Misak-ı Millî ulusal andımızın gereğini yerine getirmiş olunacaktır. Yaşanan sorunların köklü çözümüne ihtiyacımız var. Bu lider ile olur kadro ile olur, proje ile olur. Bağımsız olmak ve varlığımızı sürdürmek istiyorsak bunun yolu hoca Atatürk, Haydar Baş ile birlikte olmaktan geçer, Bağımsız Türkiye Partisi iktidarında uygulanacak olan Milli Ekonomi Modelini, Sosyal Devlet Milli Devlet projelerini uygulamaktan geçer.
Kaynaklar: Atatürk’ün Orta Doğu Politikası, Bayram Bayraktar Atatürkçü Dış Politika Bağlamında 1919-1922 Dönemi Türk Dış Politikası, Fahri Yetim. Atatürk dönemi dış politikası (1920-1938), Doç. Dr. Mustafa Yılmaz.