Milli Mücadeleden Milli Ekonomiye
Gündemin değişmez maddesi yine yaşanan ekonomik sorunlardır. Çocukluk yıllarımdan hatırlıyorum, etrafımızda büyüklerimiz sohbet ederlerdi konu yine ekonomi idi, konuşulan fakirlik, kemer sıkma gibi kavramlara o günden beri aşinayız. Aradan geçen bu kadar yıla rağmen değişen bir şey yok. Yaşadıklarımız adeta acı bir destan...
Bu zorlukları aşmak zorundadır. "Vatan sağ olsun" diyerek sorunlar çözülmez. Çünkü milletin zengin olması devlete, devletin zengin olması da millete bağlıdır. Bu, tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıkar sorusunun cevabı gibidir. Vatanın sağ olması için güçlü olmak zorundayız. Devletler hukukunda güçlü olan haklıdır. Gücünüz varsa, haklısınızdır. Milli mücadele yıllarını hatırlayalım. Osmanlı ittifak devletleri ile birlikte 1. Dünya savaşını kaybetti. Mondros Mütarekesi de imzalanmış, bu anlaşmayla ülkemiz parçalanmaya ve işgale hazır hale getirilmişti. Savaşın bitiminde Paris Barış Konferansı düzenlendi ve devletlerle anlaşmalar yapıldı. Osmanlı ile Sevres Anlaşması imzalandı ve ülkemiz işgal edilmek istendi. Ancak Ankara Hükümeti, yani Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları, Millî mücadeleyi örgütlediler. Kurtuluş savaşı neticesinde Mudanya'da zafer kazanıldı. Ardından, batılı devletler bizi Lozan'da antlaşmaya davet ettiler. Lozan Antlaşması görüşmeleri sırasında Lord Curzon ile İsmet İnönü arasında geçen konuşma dikkat çekicidir. Lord Curzon, kapitülasyonlar devamı ve borçların ödenmesi konusunda ısrarcı olmuş, İsmet İnönü ise bağımsızlık ve egemenlik konularında taviz vermemiştir. Bunun üzerine L. Curzon ekonomik sorunların üstesinden gelemeyeceksiniz ve bizden borç isteyeceksiniz, der. Hedefleri hem borç vermek hem de buyruk vermektir.
Atatürk döneminde ekonomi giderek güçlendi. Ancak Atatürk’ten sonra ibre hep aşağıya doğru ilerledi. Maalesef ekonomik sorunlar günümüzde artarak devam ediyor. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası'nın verilerine göre, cari işlemler hesabı açık vermeye devam ediyor, dış ticaret açığı artıyor, resmi rezervlerde ciddi azalmalar var. Bu durum, vatandaşın ekonomik sıkıntılarını daha da artırmaktadır. Vatandaşlar, ay sonunu getiremiyor, asgari geçimlerini sağlayamıyor.
Türkiye, ithalata bağımlı bir ülke haline gelmiştir. Yüksek teknoloji ürünlerini hatta tarım ürünleri ithal ediyor. Tarımda kendi kendine yeten bir ülkeyken, şimdi saman ithal eder duruma geldik. Bu da ekonomik bağımsızlığımızı kaybetmemize neden oluyor. Türkiye'nin yeraltı ve yerüstü zenginlikleri var. Dünyanın en verimli topraklarına, su kaynaklarına ve güneş enerjisine sahibiz. Ancak bunları değerlendiremiyoruz. Örneğin, Konya ovası kadar yüzölçümü olan Hollanda, tarımda dünya şampiyonu. Topraklarının büyük bir kısmı deniz seviyesinin altında olmasına rağmen tarımda büyük başarı elde ediyor.
Bizim de kaynaklarımız var, ama bunları kullanacak bilgi ve becerimiz eksik. Helva yapmak için şekerimiz, yağımız var ama ustamız yok. Bu yüzden egemenlik sıkıntısı yaşıyoruz. Ekonomik bağımsızlık, ulusal egemenliğin en önemli göstergelerinden biridir. Paramızın değeri, bayrağımızın dalgalanması kadar önemlidir. Maalesef, bugün kimse elinde TL tutmak istemiyor, herkes parasını başka değerlere bağlıyor. Bu, ulusal güven ve ekonomik bağımsızlık açısından büyük bir sorundur.
Bu sorunu çözmek için ekonomik bağımsızlığı sağlamak zorundayız. Ekonomiyi düzeltecek kadroları başa getirmeliyiz. Devlet-millet ortaklığı ile çözümler üretebilir. Bu da ancak Milli Ekonomi Modeli politikalarıyla mümkündür. Prof. Dr. Haydar Baş'a ait olan bu model önemli bir rehberdir. Bu modeli uygulamak, devlet ve millet için büyük bir şanstır.