Mülteci politikamız niçin yok?
Taliban Ağustosun 31’inde Kabil Hamid Karzai havalimanını kapatacağını ilan etti. ABD süratle kendi vatandaşlarını ve kendine bağlı Afganlıları tahliye ediyor. ABD, sivil ve askeri uçaklarla tahliyenin yapıldığını ve Afganlıların ABD dışında ülkelere götürüldüğünün altını çiziyor. ABD bu insanları teste tabi tuttuktan sonra kendi ülkesine kabul edecek. Açıklama yapan diğer dünya ülkeleri de var. Onlar da hem sayı hem de kabul edeceği mültecilerin taşıması gereken özelliklerinden bahsediyor. Bu ülkeler, mültecilerin insani haklarını değil de kendi ihtiyaçlarını önceliyorlar, adeta fırsattan istifade ucuz insan gücü ithal etmenin hesabını yapıyorlar.
Mülteci akımı son yıllarda hız kazandı. Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında, İslam ülkelerinin içi iyice karıştırılmış durumda. Hatta göçe teşvik bile ediliyor. Sadece askeri değil aynı zamanda psikolojik bir harekât yürütülüyor. Savaşın bitmesi istenmiyor, istenen sürekli kaos…
İngiltere yaptığı açıklamada söz konusu mültecilerin ara istasyonlarını sayarken Türkiye’yi de söyledi. Demek ki vatandaşın bilgisi dışında bir takım gelişmeler var. Hatta eski AKP genel başkan yardımcısı şimdinin cumhurbaşkanı danışmanı olan zevat mülteciler olmazsa ülkemiz ekonomisinin batacağını bile söylüyor. Bu cümlede o kadar çok itiraf var ki anlat anlat bitmez. Bakın bir tanesi mültecileri kabul etme adına bir pazarlığın yapıldığını söylüyor. İkincisi, ekonominin rayından çıktığı, halkın tepkisine, demografimizin bozulmasına, alt yapımızın iflasına rağmen bu cürmün işlendiği söyleniyor. Mülteci konusunda vatandaşın inancına ve vicdanına yönelik söylenen ensar - muhacir yaklaşımı ile ters düştüklerini anlıyoruz. İçerde farklı dışarda farklı davrandıklarını esasen emperyalist yaklaşımla para hesabı yaptıklarını öğreniyoruz.
Mülteci hukukuna baktığımızda, ilk mülteci sözleşmesinin 1951 yılında imzalandığını görüyoruz. İkinci dünya savaşı sonrasıdır ve özellikle vatansız kalan yahudileri koruma gaye edinilmiştir. Bu sözleşme ile, bir sosyal gruba aitlik, din, milliyet, etnik kimlik, cinsiyet gibi kimliklerinden dolayı, bireyleri devlet ya da devlet dışı aktörlerden kaynaklanan zulüm ve zulme uğrama riskine karşı korumayı güvence altına alır ve geri göndermeme ilkesi kabul edilir. Ancak daha sonraki yıllarda iş değişir. Uygulamada mültecilerin kabulü insan hakları adına değil, insan kaynakları veya emperyalist maksatlara göre yapılır. Mülteciler vatan cüda olmuş insanlardır. Bu insanları bulanık sudaki balıklara benzetmemek gerekir; bu insani de değildir, vicdani de değildir.
Mülteci konusunda en doğrusu iç karışıklığı önlemek, adalet ve hakkaniyet adına hareket etmektir. Bunun yolu Prof. Dr. Haydar Baş hocamıza ait olan Milli Ekonomi Modeli, Sosyal Devlet Milli Devlet projesini uygulamak, Ehl-i Beyt paydasında alevi sünni ve şiilerin bir ve beraber olmalarını temin etmektir. Ülkemizden başlayarak dalga dalga bütün İslam ülkelerinde bu birleştirici ve kurtarıcı uygulamalar işlev görmelidir. İkincisi, mevcut mülteci akımı karşısında şeffaf bir politika ile milli güvenlik ve bütünlük ekseninde bir göç politikası, uyum politikaları uygulanmalıdır.