Onsuz bir bayram

Onsuz bir bayram

Her Ramazan bayramında Haydar Baş hocamızı ziyaret etmek, birlikte bayram namazı kılmak, bayramlaşmak ve ardından kahvaltı yapmak bir gelenek olmuştu bizim için. Ancak bu bayramı Haydar Baş hocamızın rihletinin verdiği hüzün ve pandeminin kısıtlayıcılığı ile idrak etmiş bulunuyoruz.

Hocamızın Hakka yürüyüşü hüznün yanında bir farkındalık
dalgası oluşturdu. İnsanlar bu güne kadar hocamızın düşüncelerini biliyordu
bilmesine, ancak meselenin özünden ziyade söyleminde kalmışlardı. Çilesi olan
ve okumanın - araştırmanın zahmetine katlananlar ise müstesna. Zaten bu
istisnai insanlar hocamızın sağlığında da onu yalnız bırakmadılar.

Hocamız 2000’li yılların başında Bağımsız Türkiye Partisi
(BTP) ile bilinen bütün ayrılıkçı sınıflandırmalara rest çekmişti. Onun bütün
derdi, milletin birlik ve beraberlik içerisinde hak ettiği yerde olmasıydı.
Siyaseti bir rant kapısı değil, bilakis Allah'ın rızasını kazanacak bir hizmet
kapısı olarak gördü. BTP’nin ilk kurulduğu gün, dosyayı içişleri bakanlığına
verdiğimizde, bize siyasetin Allah için millet ve devletin bekası için
yapılacağını asla bir intikam alma yeri olmadığını söylemişti. Adeta ince uzun
bir yola çıkılıyor, millet sizi önce anlamayacak ancak sonradan sizi başına taç
edecek. İşte o vakit geldiği zaman sen vaktinde bizi anlamadın, bizi yordun;
devlet ve milletin önünde engel oldun, işsiz kaldın, aşsız kaldın sen bunu hak
ettin mantığı ile davranmayacaksın demek istemişti.

Ehl-i Beyt efendilerimizin hayatını okudukça, Atatürk’ün
verdiği mücadeleyi öğrendikçe, hocamızın da çektiği bu çilelerin boşuna
olmadığını görüyoruz. Büyüklerin yaşadıkları çileler, insanların gönül
tellerini titrettikçe çıkan o nağmeler kalbi derinden etkiliyor ve ortaya
ölümsüzlük sırrı çıkıyor.

O yüzdendir ki, insanlar bu mübarek günleri sevgili
Haydar Baş hocasız geçirirken duydukları üzüntü, annelerinin, babalarının ve
eşlerinin vefatı ile aynı derecede, hatta ondan daha yoğun hissettiklerini dile
getirdiler. Kaybımız büyük, acımız derin... Allah'tan niyazımız sabrını ve
muhabbetini vermesidir.

Ben uzun yıllar hocamızın yakınında olmuş biri olarak
onun gayretinin, çektiği meşakkatin birebir şahidiyim. O milletin derin bir
uykuda olduğunu, uçuruma doğru sürüklendiğini bir an önce uyanması gerektiğini
ifade ederdi. Bu ikaz ve irşat O’nun nazarında vardı, O’nun sesinin tonunda, kaleminde,
hareketlerinde, hayatında vardı. O bir baba idi, arkadaş, kardeş, yoldaş idi. O
bilim insanıydı, akademik bakışı olan cesur bir araştırmacı idi. O ticaret
insanı idi, alışverişi çok iyi bilirdi. Ticaretin duygusallık olmadığını,
kazanmak olduğunu ifade ederdi. En büyük ticaretini de hayatını Allah rızası
için harcayarak yaptı.

Bayram münasebetiyle arayanların, mesaj yazanların
ifadeleri ortaktı. Uzun yıllar hocamızla birlikte de olsalar, onu uzaktan da
tanısalar gönüllerinde yaşadıkları ayrılık ıstırabını dile getirdiler. Adeta
koro şeklinde Mevlana hazretlerinin “Etme” şiirini terennüm ediyorlardı.

Ey makamı var ve yokun üzerinde olan kişi / Sen varlık
sahasını öyle terk ediyorsun etme

Sen yüz çevirecek olsan ay kapkara olur gamdan / Ayın da
evini yıkmayı kastediyorsun etme

Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan / Gözlerimizi
öyle yaş dolu ediyorsun etme

İlginçtir kimisi, toplumun ekonomide kurtarıcı, kimisi
onun birliğimizin mimarı oluşundan, kimisi ise onun gönül dünyamızın hamurkârı
oluşundan hareketle dem vurdular. 

Evet, hepsi doğrudur. Tesellimiz onun eserleri, üzüntümüz
yüreklerdeki kor ateş ile birlikte yaşanan özlem ve hasret...