Ortadoğu Barışı ve Mustafa Kemal Atatürk
Bölgemiz cadı kazanı gibi kaynamaya devam ediyor. Ortadoğu'daki paylaşım kavgası dur durak bilmiyor. Gün geçmesin ki yeni bir gelişme yaşanmasın. Şimdi de yeni bir gelişme ile karşı karşıyayız.
İdlib, Suriye'nin kuzeybatısında Türkiye sınırında yer almaktadır. Türkiye, Rusya ve İran’ın Kazakistan’ın başkenti Astana’da vardığı anlaşma çerçevesinde, İdlib çatışmasızlık bölgesi kapsamına alınmıştır. Dün itibarıyla Rusya dışardan Türkiye içerden olmak üzere idlib’e askeri hareket başlamış oldu.
Türkiye İdlib’de gözlemci sıfatı ile asker bulundurulacak. Sınırda çok sayıda asker var. Askeri hareketlilik üst düzeydedir.
İdlib’in önemli özelliklerinden birisi de Afrin’e komşu olmasıdır. Afrin PYD’nin elinde bulunuyor. ABD tarafından Suriye’nin kuzeyinde oluşturulmak istenen koridor üzerindeki paylaşım kavgası bütün süratiyle devam ediyor.
Rusya, İran, Suriye hükümeti, muhalifler, ABD ve daha birçok güç asaleten veya vekâleten bölgede bulunuyor.
Ortadoğu da bütün dengeler alt üst olmuş durumdadır.
Devlet olarak yanlış politika uygulama lüksü yoktur. Geçmişte yapılan yanlışlar tekrar edilmemelidir.
Türkiye-Rusya- Irak- İran arasında gelişen ittifakı konjonktürel olmaktan ziyade yapısal hale gelmelidir.
Türk-İran sınırı 373 yıldır değişmemiştir. Sınırımız 1639 yılında imzalanan Kasr-ı Şirin Anlaşması'yla belirlenmiştir. Bu sınırın önemli bir özelliği vardır. Bu sınır, günümüzün Ortadoğu coğrafyasında sömürgeci devletlerin belirlemediği nadir sınırlardan birisidir. O gün bugün İran ile devletimiz bir savaş yapmış değildir.
Komşularla iyi ilişkiler, Mustafa Kemal Atatürk’ün ve yeni kurulan cumhuriyetin temel dış politika hedefi oldu. Türkiye, önce 1934’te Balkan Paktı, daha sonra da Sadabat Paktı ile doğu komşularıyla ittifak kurma yoluna gitti.
Türkiye, İran ve Irak arasında 2 Ekim 1935’te Cenevre’de imzalanan üçlü bir anlaşmaya daha sonra Afganistan da katıldı. Bunu takiben 1937’de imzalanan Sadabat Paktı’yla dört devlet, içişlerine müdahaleyi yasaklayan, sınırların dokunulmazlığını garanti eden ve uluslararası anlaşmazlık olursa aralarında karşılıklı görüşmeyi öngören bir belge üzerinde uzlaştılar.
Atatürk’ün bütün zorlukları aşarak temin ettiği bu anlaşma, bölgenin güvenliğinin de sigortası olmuştu. İsrail’in “Arz-ı Mev’ud” nin hayalinin kapsama sahası, Türkiye, İran, Irak ve Suriye toprakları içerisinde bulunuyor.
Elbette İsrail bölgedeki huzurdan rahatsız olacaktır. Karışıklık ve kaos ister, iç savaş ister, bu devletler arasında kavga ister, bölgenin sınırlarının karışmasını ister ki kendine pay çıkartabilsin.
O halde bu ülkelerin toprak bütünlüğü için bölge devletleri ile anlaşarak dost yaşamaktan başka yol yoktur. İşte Atatürk bunu gerçekleştirmiştir.
Zaman içerisinde bölgedeki komşu devletler ile aramızdaki bu anlaşmalar ihmal edildi. Komşularımız ile ilişkilerimizin bozulması, bölgenin dengelerin alt üst olması, ülke olarak güvenliğimizin sarsılmasının ardında İsrail ile yapılan anlaşmalarının önemli bir yeri vardır.
Özellikle 1996'da Erbakan'ın başbakanlığı döneminde İsrail ile yapılan gizli anlaşmalar hala devam etmektedir ve dış politikamızın bir kamburu olarak devam etmektedir.
Bu anlaşmalara özet olarak değinmek istiyorum.
1) Türk ve İsrail askeri uçakları için Türk hava sahalarında eğitim anlaşması yapıldı.
2) İsrail Türkiye'ye silah satışı yapacak ve savaş jetlerinin modernizasyonunu yapacaktır.
3) İsrail ve Türkiye, ABD deniz kuvvetleriyle ortak tatbikat yapacaktır.
4) İstihbarat alanında İsrail ile işbirliği yapılacak. Bu kapsamda İsrail, Türkiye sınırından İran ve Suriye'yi dinleyecektir.
5) Serbest Ticaret Anlaşması yapılan yeni düzenlemelerle icrai bir safhaya kavuşmaktadır.
AKP hükümetleri dönemlerinde de İsrail ile anlaşmalar sürat kesmeden devam etti.
Söze gelince İsrail e karşılar ama uygulamada İsrail ile ittifaklar devam ediyor. Gelinen nokta itibarıyla artık sözden ziyade icraatlar geçerli olmalıdır.
Gelelim Suriye ile olan ilişkilerimize:
Haydar hoca Suriye’ye işgal hareketinin başladığı ilk andan itibaren sorunu da gösterdi; çözümü de gösterdi.
Yıllardan beri, Suriye'de korkunç projelerin hayata geçirileceğini ifade eden BTP genel başkanı Prof. Dr. Haydar Baş, burada birçok Kerbela'ların yaşanacağını dile getirdi durdu. "Bunların hepsi de Esad'a mal edilecek. Esad şu anda Hz. Hüseyin'in rolünde. Bunu hiç unutmayın. Hz. Hüseyin'in kahramanlık rolüne soyunanlar da Yezid rolünde. Size soruyorum: Esad’ın iktidardan gitmesini kim istiyor? ABD, İsrail... Eğer Esad ABD'ye ve İsrail'e 'evet' deseydi, bu belalar başına gelecek miydi? Gelmeyecekti... O halde ölçü ortada... Onlara karşı dimdik durduğu için sonuç böyle cereyan etti. İsrail diyor ki, Güneydoğumuz da içinde olmak şartıyla 'o topraklar bize ait, sen orada bulunamazsın."
BTP Lideri’nin geçmişten günümüze ışık tutan tarihi uyarılarından örnekler verelim.
- 1991 yılında, ABD’nin körfez harekâtı sırasında, Özal’ın bir koyup üç alacağız dediği bir dönemde, Prof. Dr. Haydar Baş “Önce Irak’ı üçe bölecekler, sonra asıl hedef Türkiye’dir, Türkiye’yi bölecekler” dedi. Bugün yaşanan gelişmeler bunun ispatıdır.
- “Kürtler azınlık değildir. Türkiye’de Kürt sorunu değil, terör sorunu vardır” görüşünü Prof. Dr. Haydar Baş, her vesileyle ifade etmiştir. Bugün Türkiye’yi yönetenlerin geldiği nokta budur.
- Şubat-1995’te, Prof. Dr. Haydar Baş, “Göreceksiniz, Güneydoğu tampon bölge haline getirilecek, eğitim kampları oluşturulup, fiili devlet kurulacaktır” demişti. Bugün bu fiili durum konuşuluyor.
- Mart-1998’de, Prof. Dr. Haydar Baş, “Güneydoğu üzerinde bölgesel ve küresel güçlerin hesabı olduğunu” söyledi. Bugün ülkeyi yönetenler bunu itiraf ediyor.
- Ve yine Mart 1998’de, Prof. Dr. Haydar Baş, “Kürdistan kılıf, hedef Büyük İsrail” dedi. Bugün bu hesabın olduğu net anlaşılıyor.
- DSP-MHP-ANAP hükümeti döneminde(1999-2002) imzalanan self determinasyon yasaları olarak bilinen ikiz yasalar için “Amaç ülke bölünmeye gittiğinde yabancıların (BM ve NATO’nun) müdahalesine zemin oluşturmaktır” dedi. Bugün gelinen noktada dillendirilen konu BM müdahalesidir.
- 2002’de Trabzon’da, Prof. Dr. Haydar Baş, “Bu politikalar millete hayır getirmez. Bugün teröre birer ikişer kurban veriyoruz. Bu kafayla gidersek, evlatlarımızın tabutları düzine düzine kapımıza gelecektir” dedi.
- 12 Eylül 2010 referandumundan önce yaptığı ikazlarda Prof. Dr. Haydar Baş, “Referandumdan evet çıkması halinde ülkemiz demokratik krallıkla yönetilecek” demişti. Bugün bunların ispatı yaşanıyor.
- Mart 2013’te Prof. Dr. Haydar Baş, “Bu çözüm sürecinde AKP terörle masaya oturdu ve Türkiye’nin barışını ve anayasasını konuşuyor. Bu Türkiye’yi bölünmeye götürecek sürecin başlangıcıdır. Bu süreç toplumda barışı değil, çatışma ortamını çıkaracaktır. Barış derken bir de bakacağız ki herkes silahı beline koymuş mahalleleri ve sokakları pay etmeye başlamış” demişti. Bunu bugün aynen yaşıyoruz.
- 7 Haziran 2015 seçimlerinden hemen sonra, Prof. Dr. Haydar Baş, “Türkiye karanlık bir döneme girmiştir” ifadesini kullanmıştı. Ve terörün tırmanışıyla bugün bu karanlık dönemi yaşıyoruz.
Şimdi gelinen nokta onun ifade ettiği noktadır. Bu kadar zaman içerisinde ülkemizin ve bölgemizin uğradığı kayıplar işin cabası.
Irak’ın kuzeyinde küçük İsrail kurulacak deniyor. Barzani’nin etrafında onu yönlendiren ve teşvik eden Yahudiler var deniyor. Referandum sürecinde bütün bunları açıkça gördük; referandum sürecinde İsrail ve ABD bayrakları eşliğinde adım attılar.
Bütün bunlar şimdi gündem ediliyor, sanki daha önce bunlar konuşulmamış gibi davranılıyor.
Ülkemizin geldiği noktayı görüyor musunuz?
Dün neredeydik, bugün neredeyiz... Maalesef her geçen gün siyasi, ekonomik ve güvenlik dengeleri daha çok sarsıldı. Millet olma gerçeğinden her geçen gün daha çok taviz verildi.
Bütün dengeler alt üst olmuş durumda. Bir bakıma bataklık da diyebiliriz. Bu savaşın kazananı olmaz. Üstelik sonu olmayan bir savaş bu yaşanan.
Çatışmaların uzun sürmesi, güvenlik nedeniyle insani yardımların bölgeye ulaşamaması yeni bir göç dalgası tehlikesini de beraberinde getirdi.
İdlib’de, 2 milyonun üzerindeki nüfusun yanı sıra başta Halep olmak üzere Suriye’deki diğer kentlerden iç çatışmalar nedeniyle göç eden 1 milyonun üzerinde sığınmacı da bulunuyor.
İç işleri bakanlığının açıklamasına göre Türkiye’de göçmen ve mülteci olarak bulunan insan sayısının 3 milyon 551 bin 78 kişi olduğunu söyledi. Resmi olmayan rakamlara göre Türkiye, Suriye'de 6 yılını dolduran savaş nedeniyle ülkesini terk eden 5 buçuk milyondan fazla sığınmacının yarıdan fazlasına ev sahipliği yapıyor.
Irak’ın toprak bütünlüğü konusunda ırak merkezi hükümeti ile irtibat sağlanıyor
Suriye’nin toprak bütünlüğü için de Suriye devleti ile Esad ile anlaşarak sağlanmalıdır
Türkiye ABD’nin uyguladığı bop kapsamındaki stratejisinden vaz geçmelidir.
Yeniden Mustafa Kemal Atatürk’ün bölge konusundaki siyasetine dönmelidir.
Olması gereken Irak olsun, Suriye olsun toprak bütünlüğünün devam etmesi. Türkiye'nin yapması gereken Suriye hükümeti ile bir an evvel anlaşmasıdır.
Bu bölgede yaşayabilmek için tarihi, coğrafyayı, inançları, devletleri, siyasetleri, dengeleri, yönetmeyi, cesur davranmayı bilmeniz gerekir. Bu bölge dünyanın güçlerinin gözünün olduğu bölgedir. Bu bölgenin gerektirdiği dirayete, basirete, siyasete sahip değilseniz gemiyi batırmaya mahkûm olursunuz. Bunun da yolu yıllardan beri tespitleri dosdoğru çıkan Prof. Dr. Haydar Baş ve kadrosu ile birlikte olmaktır.