Ortadoğu’daki Savaş Topraklarımıza da Gelecek
Sıcak gündem zaten hızla kesmeden daha da ısınıyor. Amerika ile İsrail'in aldığı kararlar adım adım uygulanıyor. Bir sebeple başlayan saldırı ve işgal hareketi ile Gazze yerle bir edildi, insanlar şehit edildi, ülkelerinden çıkmak zorunda bırakıldılar. Sonuçta İsrail artık sadece Gazze üzerinde değil, Filistin toprakları üzerinde de hak iddia ediyor. İsrail, yayılmacı politikasıyla toprak kazanıyor; bu politikayı insanların canına kastederek ve vahşice davranarak sürdürüyor. Bunu yaparken kendini bir din devleti olarak rahatça tanımlıyor ve bu doğrultuda hareket ediyor. Güya vadedilmiş toprakları elde etmek için her türlü yöntemi meşru görüyor. Amerika bu sürecin arkasında duruyor. Netanyahu'nun Amerika ziyareti, kongrede yaptığı konuşma ve Amerikan parlamenterlerinin onu ayakta alkışlaması da dünya kamuoyuna verilen bir mesajdır. Bu mesaj; "Yaptıklarımıza karşı çıkmayın, aksi takdirde Amerika olarak karşınızda bu devleti bulursunuz" şeklinde okunabilir. Plan, proje adım adım ilerliyor ve bu yaşananlar Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında gerçekleşiyor.
Bu sürecin başlangıcı Arap Baharı ile oldu. Arap Baharı’yla İslam coğrafyasına saldırılar başladı ve sıra Suriye'ye geldi. ABD'nin Suriye ısrarının sebeplerinden biri de Suriye'nin Filistin'e hamilik yapmasıydı. Suriye, Gazze ve Filistin'in lojistik, maddi ve manevi destekçisiydi. Filistin'i zayıflatmak ve yok etmek için önce Suriye'nin eli kolu bağlanmalıydı. Maalesef Türkiye’deki hükümeti ikna ettiler. Erdoğan, dostluk ve kardeşlik ilişkileri geliştirdiği Suriye'ye karşı bir anda ters bir duruş sergiledi. Suriye'den göç eden mülteciler civar ülkelerde sorunlara yol açtı, ancak burada asıl darbe Filistin’e Gazze’ye oldu.
Lübnan'daki Şii Hizbullah’ın Sünni Hamas’a koşulsuz destek vermesi, Sünni-Şii ayrımının bir proje olduğunu ve asılsız olduğunu gösterdi. Ancak Batı, halklarımızın cehaletinden faydalanarak bu farklılıkları ayrılık sebebi olarak gösterip çatışmalara yol açtı. Bugüne kadar böyle oldu. Hamas'ın lideri Hariri'nin İsrail tarafından İran ziyareti sırasında şehit edilmesi, Şii ve Sünnilerin artık kader birliği yaptığını gösteren olaylardan biridir.
İsrail, Lübnan'da önce çağrı cihazlarını, ardından telsizleri uzaktan kontrol ederek eşzamanlı patlattı. Bu patlamalar sonucunda Lübnan’da en az 32 kişi hayatını kaybetti. İlk patlamalar 18 Eylül’de meydana geldi ve 12 kişinin ölümüne, binlerce kişinin yaralanmasına sebep oldu. Ertesi gün telsizlerin patlaması sonucu 20 kişi daha hayatını kaybetti, 450'den fazla kişi yaralandı. İsrail’in Lübnan’a yaptığı son hava saldırılarında en az 492 kişi hayatını kaybetti, 1.645 kişi yaralandı. Bu saldırılar, Lübnan'da son 20 yılın en ölümcül günü olarak kayıtlara geçti. Ölen masumlar arasında çocuklar ve kadınlar da var. Şimdi soruyorum, çağrı cihazını taşıyan insanın suçu ne? Ya da cihazın yanındaki masum insanların suçu ne? İsrail gözünü karartmış bir şekilde hedefine ulaşmanın peşinde. Peki burada duracak mı? Hayır, devam edecek. Arz-ı Mev’ud gerçekleşene kadar sürecek.
Arz-ı Mev’ud haritası içinde bizim Güneydoğu Anadolu bölgemiz de yer alıyor. İsrail bize de saldıracak. Bu gerçek, 2 kere 2'nin 4 ettiği kadar nettir. Bu yüzden zamanı boşa harcamamak, planlar, projeler, taktikler ve stratejiler geliştirmek gerekiyor. Ancak bunlar sadece söylemle olmaz. İncirlik Üssü, Kürecik Radar Üssü, İsrailli pilotların Konya Ovası'ndaki eğitimleri ve ticari bağlantılar devam ediyor. Bütün bunlar karanlık günler zaten gelmekte olduğunu gösteriyor. Kamuoyu devletin ve milletin geleceği adına siyasilere baskı yapmalı, öz de değil sözde milli ve bağımsız duruş sergilenmelidir. Buna ek olarak da bir an önce maddi bağımsızlığa kavuşmaktır.