T.C.
Yıl 2002 AKP yeni iktidar olmuştu. İlk Cuma namazlarından biri idi. Bahçelievler’deki bir camide namaz çıkışı bir doktor arkadaşla karşılaştım. Kulağıma eğilerek ‘bu iş tamam artık çatıyı yıkıyoruz’ demişti. Yıllardan beri ‘dinsiz devlet yıkılacak elbet’ söylemleriyle yaşıyorlardı. O günden itibaren bu arkadaşla bütün bağlarımızı kopartmıştım, iflah olması mümkün değildi çünkü. Müslüman görüntüsündeydi ancak basireti yoktu, milli mücadelenin karşısındaki din adamlarını andırıyordu.
Hünkâr Hacı Bektaş-ı Velinin Ehl-i Beyt nefesi ile Anadolu coğrafyasında yaşayan halkları Müslüman yapması ileTürklük hayat bulmuştur. Türklük bir medeniyet anlayışıdır. Türk demek Müslüman demektir. Etnik yapısı ne olursa olsun Avrupa’da da Müslüman olana tarih boyunca Türk denmiştir.Uzun zamandan beri Türklüğü bir etnik kökene indirgeme çalışmaları bilinçli yapılan bir tahribattır. Sayın Prof. Dr.Haydar Baş Bey bunu her platformda yüksek sesle ifade etmektedir. Her etnisitenin kendine özgü renkleri ve özellikleri vardır. Bunları yadsımak mümkün değildir. İşte bu özellikler bir ayrıcalık değil bir zenginliktir.
AKP hükümet olmadan önce Türk milletinin etnisite diye bir gündemi de yoktu. Türkçe dahi bilmeyen bir Kürt babanın evladı türkün misyonunu dava edindiği gibi lazca konuşan,arapça konuşan aileler de aynı şekilde Türk oğlu Türk olmanın haklı gururunu yaşıyorlardı. Gel gelelim son dönemde, adı açılım olan hak ve hukuk olan sihirli kelimelerle, Türk milleti ayrı ayrı parçalara bölünmek istenmektedir.
Geriye dönüp baktığımızda bu yaşanan ayrılıkçı hareketlerin tohumlarının ta Osmanlı döneminde atıldığını görüyoruz. Yavuz Sultan Selim ve 2. Mahmut dönemlerinin bu anlamda iyice incelenmesi gerekmektedir. Anadolu’nun tapusunu elinde bulunduran Ehl-i Beyt sevdalılarına karşı girişilen linç operasyonları adeta bir soykırım ve geri kalanları asimile edecek bir karaktere bürünmüştür.
Zehir hep altın kadehte takdim edilir. Oltanın ucunda hep bir yem vardır. Balık hafızalı olunursa zehir de içilecektir, oltaya da gelinecektir. Günümüzde oynanan oyun budur. Ateşin su; suyun ateş gibi gösterildiği ahir zaman felaketi olandeccaliyet bu hareketin karakteridir. Neticesinde halk kötü sona ulaşacak ve çatı yıkılacaktır.
Emperyalist devletler tarih boyunca gözlerini Anadolu topraklarına diktikleri için bu bölgede huzur ve sükûn uzun süreli olmamıştır. Anadolu sakinleri sükûnete ancak Ehl-iBeyt nefesi ile Türk olarak kavuşmuşlardır. Bu birliktelik Mustafa Kemal Atatürk tarafından Milli Mücadele ile yeniden pekiştirilmiştir. Anadolu’nun işgal yıllarında Milli Mücadele verilmiş Osmanlının enkazları üzerinde karakteri bağımsızlık olan yeni bir devlet kurulmuştur. Atatürk’ün Hünkâr Hacı Bektaş-ı Velinin yolundan ve sülbünden gelen AhmetCemalettin Çelebi Hazretleri ile birlikte adını koyduğu‘Türkiye Cumhuriyeti’ ifadesi sıradan bir isim değildir. Lozan antlaşması döneminde Atatürk’ün Müslüman olanları Türk milleti; gayrimüslim olanları ise ekalliyet (azınlık) olarak tanımlaması Türk’ün ne anlama geldiğini göstermektedir.
Bugün Türkiye Cumhuriyeti iptal ediliyor. Bu sıradan bir yaklaşım değildir. Bir ismin değiştirilmesi de değildir. Bu resmen devletin kimliğinin, sıfatının, iskeletinin değiştirilmesi demektir. Bir çatı altında kavga olabilir, mağduriyet olabilir ancak kol kırılır yen içinde kalır. İşte burada söz konusu olan yenin yırtılmasıdır, çatının yıkılmasıdır. Bu kavgadan da ötedir. Türkiye Cumhuriyeti çatısı yıkıldığı zaman millet kimliği tahrip edildiği zaman coğrafyamız toptan huzurunu kaybedecektir. Fazla uzağa gitmeye gerek yok, anana bak gör halini misali Irak’a baktığımızda, Suriye’ye baktığımızda başımıza gelecekleri rahatlıkla görürüz.
Çatı yıkıldığı zaman bunun doğusu batısı yoktur; bunun Türkü, Kürdü; arabı acemi yoktur. Herkes ama herkes yıkılmış harabenin altında kalmaya mahkûm olacaktır. Ülkemizde yaşanan bu gaflet tablosunun tarih boyunca bir başka örneği de yoktur. Bir millet kendi seçtikleri eliyle intihara sürükleniyor.
Ey Türk Milleti Titre ve Kendine Gel!