Tarihin Derinliklerinden Günümüze: Ermeni Tehciri ve Tarihsel Gerçekler
Biliyorsunuz her 24 Nisan’da Ermeni soykırım iddiaları gündeme gelir. Aslına bakarsanız bu konu kendi bağlamında şeffaf bir konudur. Öncesi ve sonrası tarihi belgelerle ortadadır.
Prof. Dr. Haydar Baş tarafından ilk defa bir sivil toplum platformu olarak düzenlenen "Ermeni Soykırım İddialarını Ret ve Milli Bağımsızlık Mitingleri", 20 Mayıs 2001 tarihinde İstanbul Çağlayan'da gerçekleştirilmişti. Bu mitingler, Türkiye'nin çeşitli şehirlerinde yapılmış ve Ermeni soykırım iddialarına karşı Türk milli bağımsızlığını savunma amacı taşımıştı. Ankara Tandoğan Meydanı'nda 20 Haziran 2001 tarihinde ve daha sonra birçok ilde bu etkinlikler düzenlenmişti. Ülkemizde miting meydanlarının al kırmızıya büründüğü bu mitingler "Bayrak mitingleri" olarak anılmıştır. Bu mitingler, Türkiye'de milli birlik ve beraberliğin pekiştirilmesi, tarihi gerçeklerin kamuoyuna duyurulması ve Ermeni soykırım iddialarının reddedilmesi amacıyla yapılmıştı. Haydar Baş hocamız, bu konuda Rus arşivlerinin açılması da dahil olmak üzere her platformda tarihi gerçeklerin gündeme getirilmesi ve duyurulması için lobi faaliyetleri yapılmasını vurgulamıştı.
İçeride olsun dışarıda olsun ülkemizi uluslararası arenada sıkıştırmak isteyenler, gözü topraklarımızda olan kesimler, gaflet içinde bulunanlar tarafından, bu konu sürekli gündemde tutulmaya çalışılmaktadır. Bu konuda ülkemizdeki bazı siyasilerin ve sivil toplum örgütlerinin sanki bir soykırım olmuşçasına konuşmaları (niyet okuması yapmayacağım) kör cahillikten başka bir şey değildir. Özellikle Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı ve Erkan Baş’ın, 1915 olaylarının yıldönümü olan 24 Nisan'da, Ermeni soykırımı iddialarını destekleyen açıklamalarını esefle kınıyorum.
Özgenur Reyhan Güler’in sunduğu "An ve Zaman" programında, İstanbul Üniversitesi'nden Prof. Dr. Cezmi Eraslan ve araştırmacı yazar İlkin Başar Özal'ın katıldığı Ermeni soykırım iddialarını konu alan programı izledim. Bu konuda verdikleri bilgiler hayati derecede önemli idi.
Tarihsel Arka Plan olarak 19. yüzyılın sonlarından itibaren, Osmanlı İmparatorluğu'nun zayıflaması ve milliyetçilik hareketlerinin yükselmesiyle birlikte, Ermeni nüfusu arasında bağımsızlık hareketleri görülmeye başlandı. Ermeni militan örgütlerinin Osmanlı İmparatorluğu’na karşı silahlı isyanları ve iş birliği, tehcir kararının alınmasında önemli bir etken olarak görülmektedir. Ermeniler, Osmanlı İmparatorluğu'nun Ermeni nüfusunu sistematik olarak yok etmeye çalıştığını iddia ederken, Türkiye, olayların tehcir sırasında meydana gelen trajediler olduğunu ve soykırım olmadığını savunmaktadır. Propaganda ve siyasi amaçlar, bu konunun tartışılmasında önemli rol oynamaktadır.
Gelin bu konudaki tarihsel gerçekleri değerlendirelim: Osmanlı İmparatorluğu’nun 1915’te uyguladığı tehcir (zorunlu göç) kararı, savaştaki güvenlik gerekçeleriyle alındı. Osmanlı İmparatorluğu, Ermenilerin savaş sırasında Osmanlı ordusuna karşı düşmanlarla iş birliği yapma potansiyeline karşı bu adımı attı. Bu, askeri bir önlemdi. Savaş sırasında sadece Ermeniler değil, Doğu Anadolu’da Rus işgali ve milislerin saldırıları nedeniyle Türk ve Müslüman nüfus da ciddi şekilde etkilendi. Osmanlı İmparatorluğu'nun I. Dünya Savaşı'ndan mağlup çıkmasının ardından, İngiltere ve müttefikleri Osmanlı topraklarını işgal etti ve bu dönemde Osmanlı arşivlerinde geniş çaplı araştırmalar yürüttüler.
Bu araştırmaların temel amacı, Osmanlı yönetimini özellikle Ermeni tehcirindeki sorumluluğu ile suçlayacak belgeler bulmaktı. Ancak, İngiliz yetkililer arşivleri detaylıca inceledikten sonra, Osmanlı hükümetinin Ermenilere yönelik soykırım kastı taşıdığına dair bir kanıt bulamadılar. Hatta o dönemde ABD'den suçlamalara dair ellerindeki bilgilerin mahkemeye gönderilmesi istenmiştir. ABD tarafından da ellerinde bu konunun soykırım olduğunu gösterir hiçbir belge olmadığı bildirilmiştir. (ABD o dönemde bölgede konuyla ilgili gözlemciler bulunduruyordu.) ABD arşiv raporlarında; Washington'daki İngiliz Büyükelçisi R.C. Craigie, Lord Curzon'a 13 Temmuz 1921'de çektiği telgrafta şöyle demektedir: "Malta'da tutuklu bulunan Türkler aleyhine delil olarak kullanılabilecek hiçbir şey olmadığını bildirmekten üzüntü duyuyorum... Yeterli delil oluşturabilecek hiçbir sorun vakti mevcut değildir. Söz konusu raporlar, hiçbir şekilde, Türkler hakkında Majesteleri Hükümeti'nin hâlen elinde bulunan bilgilerin takviyesinde yararlı olabilecek delilleri bile ihtiva eder görünmemektedir."
İngilizler tarafından Malta'ya sürülen Osmanlı yöneticilerinin Ermeni tehciri ve diğer savaş suçlarıyla itham edilerek yargılanması bir sonuç vermedi ve bu kişilerin çoğu serbest bırakıldı.
Osmanlı yönetimi tarafından Ermeni tehciri sırasında kötü muamele iddialarıyla Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey yargılanmış ve bu dönemdeki siyasi baskıların sonucu idam edilmiştir. Kemal Bey'in haksız idamı İngiliz işgalinin baskısı altında alınmıştır. Bu idam, Osmanlı Devleti'nin zor durumunu ve işgalcilerin baskısının boyutlarını yansıtmaktadır.
Gelelim konunun tam da bam teline…
Bugüne kadar Ermenilerin gömülü olduğu toplu mezarlar bulunmuş mudur? Bu iddiaları doğrulayacak bilimsel olarak kabul edilen toplu mezarlar bulunmamıştır. Osmanlı İmparatorluğu'nun 1915'teki tehcir kararı sonrasında, Doğu Anadolu'da ve Azerbaycan'da Türk ve Müslüman nüfusa ait toplu mezarlar bulunmuştur. Bazı kaynaklar, bölgede toplamda 100'den fazla toplu mezar bulunduğunu ve bu mezarlarda binlerce Türk ve Müslüman cenazesinin bulunduğunu belirtmiştir.
I. Dünya Savaşı'nın sona ermesinin ardından Osmanlı hükümeti, hayatta kalan Ermenilerin geri dönmesine izin verdi. 1918'de Osmanlı yönetimi, Ermenilerin dönmesine dair bir genelge yayınladı. Bu genelgeyle, savaş sırasında yerinden edilen Ermenilerin mal ve mülklerinin de kendilerine iade edilmesi öngörüldü. Tehcirden sonra Ermenilerin bir kısmı Osmanlı topraklarına geri döndü. Dönüşlerin tam sayısı hakkında net bir bilgi olmamakla birlikte, tarihsel kaynaklar ve arşiv belgeleri, 1918-1920 yılları arasında yaklaşık 200.000 Ermeni'nin Osmanlı topraklarına geri döndüğünü belirtir. Bu durum bile Osmanlı Devleti’nin Ermeni toplumuna karşı bir suikastının olmadığını gösterir.
Özet olarak o dönemde yaşanan olayların soykırım tanımı ile en ufak bir ilgisi bulunmamaktadır. Sözde iddiaları sürekli gündemde tutmanın sebebi uluslararası toplumun din ve inanç üzerinden çifte standart uygulamasıdır. Gazze'deki Müslüman Filistinlilere uygulanan soykırım girişimi bütün şiddeti ile hala devam ediyor. Buna karşılık uluslararası toplum son derece duyarsız. Bir kaşık suda fırtına kopartan batı söz konusu Müslümanlar olduğu zaman bırakın sessiz kalmayı, vahşete destek vermek için yarışmaktadır. Bütün bunlar din ve inançların siyasi manipülasyon için nasıl kullanıldığını göstermektedir. Kendi mahallemizdeki çatlak seslere de söyleyecek bir çift sözümüz var "Dinime dahleden, bari Müslüman olsa"