Tarım ürünlerinde sorun sadece fiyat mı?
Tarım daha çok gündemimize tüketici fiyatları bakımından giriyor. Hükümet fahiş fiyata sebep olan suçlu(ları) aramakla meşgul. Mesele bu kadar basit midir? Elbette, hayır. Maalesef her konuda olduğu gibi köklü teşhis ve geleceğe dönük öngörü değil de günü kurtarmaya, koltuğu korumaya yönelik algı yönetimi devam ediyor. Bir gün rezerv bittiğinde günü kurtarma anlayışının yanlış olduğu görülecek. Pollyanna'nın mutluluk oyununun depremi engelleyemeyeceği ve enkaz altında kalınacağı maalesef hesaplanmıyor.
Ülkemiz tarımında hem çiftçiyi, hem tüketiciyi, hem de tarım sektörünün bütün bileşenlerini destekleyecek bir politika yok. Var olan politikalar da günü birlik bir anda alınan ve ardından bir anda değiştirilen kararlar, istikrarsızlığa tuz biber ekiyor. Maliyet deseniz almış başını gitmiş. Tarımda temel kalemler olan tohum ithal, ilaç ithal, gübre ithal, mazot ithal, dolayısıyla Türk lirasının döviz karşısında değeri azaldıkça fiyatlar otomatikman artıyor. Böylece yüksek girdi rakamlarına rağmen düşük ürün fiyatları çiftçiyi zarara uğratıyor. Tarımın bu zayıf ve korunmasız haline bir de küresel sorunlar eklenince sonuç daha vahim hale gelmeye başladı.
Son yıllarda apokaliptik filmlerde artış gözleniyor. Bu yapıtlarda kıyamet senaryoları işleniyor. Her ne kadar bilim kurgu film de olsalar, dünya bu senaryoları yaşamaya başladı bile. Salgın, nükleer savaş ve kuraklık bu filmlerin konusu olsa da artık iklim kurgulu cli-fi filmler daha çok karşımıza çıkıyor.
Büyüklerimizin bir duası vardır, “Allah'ım kışımızı kış, yazımızı yaz eyle” diye. Bu yakarışın ne anlama geldiğini yeni yeni anlamaya başladık. Gittikçe kışı bir yaz olarak yazları ise bir kış olarak yaşamaya başladık. Artık yağışlar ya yok, ya da felaket şeklinde şiddetli rüzgâr ve yağışlar var. Atmosferdeki ısı artışı tarım alanlarını da olumsuz etkiliyor, tarımsal üretimi de… Sonuçta esas etkilenen insanın kendisidir.
Yaşanan olumsuzluğa karşı çiftçi ne tedbir alabiliyorsa kendisi alıyor; tohumunu değiştiriyor, ürün çeşitliliği yapıyor, sulama şeklinde yenilik peşinde, ekme biçme zamanlamasında arayış içinde. Oysa hükümetin bu konuda bilimsel desteği yok, yönlendirmesi yok, parasal desteği hiç yok. Bunun izahını bile yapmak mümkün değil. Nitekim bütün iyimser yaklaşıma rağmen TÜİK rakamları alarm veriyor.
Türkiye’de çiftçi sayısı son 12 yılda yüzde 48 azaldı.
Tarım alanları da son 18 senede yüzde 12,3 düştü.
Sebze bahçeleri alanı ise aynı dönemde yüzde 15 küçüldü.
Son 18 yılda tarım sektöründe istihdam edilen kişi sayısı yüzde 44 azaldı.
Bütün bu yaşananlar tarıma gereken önemin verilmediğini ve uygulanan yanlış politikaları gösteriyor. Bir zamanlar tarımda kendi kendine yeten bir ülke idik. Ancak yönetimdeki mirasyedi anlayış sonucu samanı bile ithal eden bir ülke konumuna gelindi.
Ezcümle insanımız sahipsiz, tarım kesimi de sahipsiz. Prof. Dr. Haydar Baş hocamızın hayatı, halkımızın içinde geçti. Tarım, O’nun ana gündem maddelerinden birisi idi. Bu konuda çok yazdı çizdi; tarımın stratejik öneme haiz olduğunu ısrarla vurguladı. Hayatından sadece bir örnek kesit vereceğim. Bir defasında seçimler 3 aylara denk gelmişti. Haydar hocamız 3 aylar orucunu tutuyordu. Her gün bir, iki belki üç yerde mitingleri vardı. Oruçlu bir halde, her yerde sosyal devlet projelerini tek tek anlatıyordu. Çiftçiye sahip çıkıyordu, Atatürk’ün izinden gidiyordu. Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür, diyordu. Çiftçiden vergi alınmayacak ve emeklilik hakkı tanınacaktır, diyordu. Tarım kesimine, ürününe karşılık daha ürününü tarlaya atmadan faizsiz yarı bedeli avans olarak verilecektir, diyordu. Daha neler diyordu neler…
Artık aklımızı başımıza alma zamana geldi de geçiyor bile…