Yakın Hedef: Mezhep Çatışması
Beklenen etki ortaya çıkmamış olacak ki, yeni bir çıkış daha yapıldı. Bu defa son dönem her fırsatta öne çıkartılan bir akademisyenin açıklamasıyla kamuoyu dalgalanmaya başladı. Din adamının yaptığı konuşma daha çok dış politikayı dizayn etmeye dönük idi. Ancak bu defa iç politikayı da etkileyecek açıklamaların geldiğini görüyoruz. ifadeleri hep birlikte okuyalım. “ Şimdi bir insanın Şii olması Hıristiyan olmasından kötü, çünkü Hıristiyan nihayetinde ehli kitaptır; üç dinden bir tanesindendir. Allah onu selamete de erdirebilir, belki cennete de koyabilir. Şii ise sapkınlık var orada dini bozmaya çalışmak var”
Herkesin bildiği gibi Ayet-i Kerimede Hristiyanlar hakkında, İsa Allah'ın oğlu dedikleri için kafir olduklarını, Allah üç ilahtan biridir dediklerini ve kâfir olduklarını; Yahudiler hakkında ise üzeyr Allah'ın oğlu dedikleri için kafir oldukları buyrulmaktadır. Bu anlamda pek çok ayeti kerime de vardır. Necran Hristiyanları ile ilgili hadisi şerifte şu üç şeyden dolayı Hristiyanların kafir oldukları ifade edilmektedir. 1-Allah'ın çocuğu var sözü, 2-Domuz eti yemeleri, 3-Haça tapmaları. Peki, şimdiki Hristiyanlar da bunları yapmıyor mu? el cevap: evet aynen yapıyorlar.
Asırlardan beri bilinen budur. Ancak son dönemde Kuran-ı Kerime, hadisi şeriflere rağmen dinimiz İslam'a karşı açıktan bir taarruz vardır.
Devletimizin bekasına, milletimizin birliğine ve varlığına karşı atılan bu bombaları iyi tanımak gerekir. Her bir sözün içerdiği mesaj ve varılmak istenen yol haritasının iyi bilinmesi gerekir.
Bu bölücü açıklamalara cevap saadetinde güya Şia adına konuşan önder kabul edilen zevatın durduk yere "Ortadoğu'da yaşanan gelişmeler hakkında "batılılar bu gelişmelerin adını Arap Baharı koydu. Biz ise buna 'İslami uyanış' demek zorundayız" demesi çok manidardır. İslam ülkeleri paramparça oluyor. Halkın birliği bozuluyor, kaynakları batılı devletlerin eline geçiyor, Amerikan bayrakları etrafta arz-ı endam ediyor, başlarında bombalar uçuşuyor, adam kalkıyor “bu İslami uyanıştır” diyor. Yapılanları İslam'ın içinde gösterenler de bilerek yada bilmeyerek aynı projenin piyonudur. Her üç açıklama da birbirinin mütemmimidir. Her birisi bir başka toplum kesimine yönelik olsa da hedef aynıdır. İyi polis - kötü polis oyununu bilirsiniz. Birisi kötü yüzüyle konuşurken, diğeri dost yüzüyle size yaklaşır. Aslında karşınızdaki tek kişiden ibarettir.
Osmanlı hinterlandında batılılar tarafından uzun zamandan beri bir işgal projesi devam etmektedir. Batılı kavramı dönemine göre değişiklik gösterse de bu İngiltere'dir, Fransa'dır, Amerika'dır. Bu projenin adı dönemine göre Haçlı seferidir, Şark Projesidir, Büyük Ortadoğu Projesidir. Gayeleri, Anadolu topraklarından, Avrupa topraklarından Müslüman Türkü söküp atmaktır. Proje açık Müslümanla başa çıkamayan emperyalist güçler, bizzat İslam dini ile uğraşmaktadır. Radikal İslam ile Müslümanları şekillendirmeğe çalışan batı, Ilımlı İslam projesi ile de İslam'ı tahrip etmeğe çalışmaktadır. İmanın şartı Lailahe illallah Muhammed Resullullah'tır. Allah'ın birliğine ve Hz. Muhammed'in Allah'ın Resulu olduğuna iman edeceksiniz. Bu iman Kuran'ın emrettiği tarzda olacak peygamberimizin yaşadığı tarzda olacak. Temel itikad kuralı bu. Sen kalkacaksın Allah ve peygamberimize iman eden, hem de Ayet-i Kerimenin emri gereği Ehl-i Beyt'e bağlı olan Şia'yı Hristiyan'la mukayese edeceksin. Hem de daha kötü diyeceksin. Bunun yenilir yutulur hiçbir tarafı yoktur.
Proje açık ve nettir.
Prof. Dr. Haydar Baş Bey, 1990 lı yıllardan beri dini bütünlüğümüzün, milli bütünlüğümüzün teminatı olduğunu defaten ifade etmektedir. Geçtiğimiz yılın sonlarında, yine Prof.Dr.Haydar Baş bey tarafından öncülük yapılarak tertiplenen Uluslararası Ehl-i Beyt sempozyumu tarihi bir dönemeç olmuştur. Ehl-i Beytin kim olduğunu bu anlamda Sünni - Şii, Alevi, Caferiliğin ne olduğunu kamuoyu da öğrenmiş oldu. Sempozyumun zamanlaması konusunda Sayın Hocamız sempozyumun bir an önce tertiplenmesini istediler. Şunu ifade ediyorlardı “Korkarım ki, İslam aleminde Sünni - Şii çatışmasını ateşlemek istiyorlar. Bunun önüne geçmeliyiz” diyorlardı.
Bütün bu gelişmeler ışığında ülkemizde ve bölgemizde yaşanan hadiselerin varlık - yokluk mücadelesi olduğu çok net görülmelidir.